
Amatör Vücut Geliştirmenin İdeal Psikolojisi Üzerine
Yazan: Doç. Dr. Sinan Canan
Amaç “gelişmek” ise…
BodyTR kullanıcılarına merhaba,
Sitedeki bu ilk yazımda nelerden bahsedeceğimi klavyenin başına oturana kadar pek bilmiyordum açıkçası! Sonunda, hem gençlik yıllarında oldukça ciddi ve uzun soluklu olarak vücut geliştirme sporu ile uğraşmış, hem de meslek olarak tıbbi fizyoloji ve beyin fizyolojisi alanında uzmanlaşmış birisi olarak, gerek eski yıllardaki tecrübeler ve gerekse sonradan öğrendiklerim eşliğinde, özellikle vücut geliştirme sporuyla ilgili bir kaç izlenimimi sizlerle paylaşmak istedim.
“Vücut geliştirme” psikolojisi
Vücut geliştirme sporu daha ziyade, genellikle takım oyunlarından ve mücadele sporlarından hoşlanmayan insanlara hitap eden, daha “ben merkezci” ve içe dönük bir spor biçimidir. Bu spor dalında en büyük rakibiniz, özellikle günlük rutin idmanlarınız sırasında, bizzat kendi vücudunuz; daha da özelde kas-iskelet sisteminizdir. Kendi bedeninin sınırlarını sürekli olarak zorlayan bir “body-builder”, bir süre sonra vücudu üzerinde dikkate değer bir kontrol becerisi kazandığı zannına sahip olmaya başlar. Zira, eğer biraz genetik yatkınlık da varsa, biyolojik sınırlar dahilinde, vücudun istenen hemen her şekle sokulması mümkündür. Bu, en azından bir süreliğine oldukça tatmin edici bir imkân olmasının yanında, uzun dönemde sorunlara da sebep olabilmektedir.
Vücut geliştirme ile ilgili fizyolojik ve spor bilimleri açısından yazılabilecek çok konu var; sitemizde bu konuda oldukça doyurucu yazılar olduğunu görüyorum. Ben ise burada biraz daha bu sporu yapanların psikolojisine dair zaman içinde edindiğim bazı izlenimleri, fizyoloji bilgilerim ışığında sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir kere öncelikle belirtmem gereken şey şudur: Spor güzeldir! Düzenli ve dengeli yapıldığı takdirde her türlü sporun insan bedenine ve ruhuna büyük faydaları olduğu açıktır. Özellikle kendi uğraştığım bir alan olduğu için vücut geliştirme sporuyla ilgili bir kaç kelam etmek isterim: Yıllardır, “vücut geliştirme sporu” dendiğinde, faydaları zarara dönüştürme potansiyeli taşıyan iki önemli sorun gözüme çarpar: Bunlardan birisi “vücudu kontrol etme” yanılsaması, diğeri de “egzersiz bağımlılığı” ve buna bağlı olan muhtelif davranış bozukluklarıdır.

“Vücudu kontrol etme” yanılsaması
Vücut geliştirme sporu oldukça egoist bir spordur. Örneğin, spor salonlarında bulunan büyük aynalı duvarlar ve sizi sürekli daha sert çalışmaya, kendi bedeninize konsantre olmaya motive etmek üzere tasarlanmış diğer ortam bileşenleri tüm dikkatinizi vücudunuza vermenizi ve dünyanın geri kalan kısmından −en azından antrenman boyunca− soyutlanmanızı sağlama amacını güder. Sıkı bir çalışma için bu gereklidir de… Beslenme ve idman programlarını doğru şekillerde uyguladığınızda, uygun motivasyonunuz da varsa, nispeten kısa bir süre sonra görsel ve fiziksel performans olarak oldukça tatmin edici gelişmeler gösterebilirsiniz.
Bu gelişmenin bazı yan etkileri vardır: Öncelikle, ağır çalışma temponuza istediğiniz yönde yanıt veren bedeniniz, sizde zamanla zararlı hâle gelebilecek farklı ve çoğu zaman gerçek dışı bir “beden algısı”na yol açabilir. Spor sürecindeki motivasyon, bedensel gelişimle de birleşince, çoğu zaman vücudun sınırlarının çok fazla zorlanmasını netice verecek bir inatlaşmayı da ortaya çıkarabilmektedir. Diğer bir çok spor dalında da yaşanabilecek bu gelişme, vücut geliştirme alanında kişinin kendi bedeni ile dengesiz bir ruhsal iletişimin de temellerini atabilir. Çünkü buradaki tek rakibiniz bedeninizdir ve zamanla aranızdaki ilişki “normal” insanlarda gözlenen beden-ruh ilişkisinden farklı bir hal alabilir. Ne demek istediğimi bir örnekle açıklayayım:
Her ne kadar zararları ve uzun dönem istenemeyen etkileri ile çok fazla gündeme gelse de vücut geliştiriciler arasında steroid ilaçlar gibi “anabolik” etkili kimyasallar kullanılması oldukça yaygındır. Yıllar önce bir spor salonunda birlikte çalıştığımız bir arkadaşımızın anormal derecede iri vücudu daha ilk günden hepimizi şaşkınlığa sürüklemişti. Kısacık boyuna rağmen neredeyse boyunun yarısı kadar bir omuz genişliğine sahip olması gibi parametreler, elbette biz “yaz vücutçuları” için inanılmaz bir başarıydı. Derken, söz konusu arkadaşla samimiyeti biraz ilerletince, bu kitlesini steroid ilaçlar kullanmasına borçlu olduğunu öğrendim. Kendisine bunun uzun dönemdeki zararlarını anlatmaya kalktığımda ise bana cevabı çok net oldu: “35 yaşından fazla yaşamak istemiyorum!”
Antrenmanlar sırasında bedenine yüklenme derecesi inanılmazdı. Akciğerlerini patlatacak derecede zorladığı sisteminin isyanı vücudunun her santimetrekaresinden okunabilirdi. Antrenmanına başlarken, daha ilk hareket tekrarlarında vücudundan deyim yerindeyse sel gibi, çok garip kokulu bir ter boşanır ve bütün vücudu bu garip kokulu bir sıvıyla adeta yıkanmış gibi olurdu. Yüzlerce kiloluk ağırlıkların altında öylesine acı çeker bir görüntüsü vardı ki çoğu zaman yanaklarından akanların ter değil “gözyaşı” olduğundan şüphelenirdim… Vücudunun şekli sokaktaki normal olarak yürümesine engel olacak kadar heybetliydi. O yüzden yaz kış kalın montlar ve kabanlar giyerdi. Kısacası, “vücudunu güzelleştirme ve sağlıklı yaşama” amacını çok aşan bir durumla karşı karşıyayız…
Eğer bu arkadaşımız hâlen hayatta ise 40’lı yaşlarına gelmiş olmalı. O gün kendisinin de teslim ettiği gibi, yaptığı şey spor falan değildi. Psikolojik olarak derinlemesine analiz edilmesi gereken bir “intikam” şekliydi yaşadığı…
Elbette bütün örnekler bu şekilde kötü değil ama benzer psikolojiye sahip spor meraklılarının sayısı da az değildir.
Vücudunuzu geçici bir süre için kontrol edebilir, ona belli sınırlar dahilinde istediğiniz şekli verebilirsiniz. Fakat vücudunuzun esas hakimi; zaman ve biyolojik-fiziksel kanunlardır. Eninde sonunda onlar galip gelecek ve sizin bütün planlarınıza rağmen kendi gerekliliklerini yerine getireceklerdir. Dolayısıyla, tabiatımızla kavga etmenin anlamı yoktur; onu anlayıp mümkün olduğunca öğrenerek, çok daha mutlu bir hayat kurmak mümkündür. Eğer kendimizi ve tabiatımızı anlamaya başlarsak, sağlıklı ve dengeli bir yaşam için zaman ve biyolojinin kanunları da bizim en büyük yardımcılarımız olacaktır.

Egzersiz bağımlılığı
Egzersiz yapmak vücutta bir çok faydalı hormon salgılanmasına neden olarak genel bir “kendini iyi hissetme durumu” oluşturur. Bu histe özellikle endorfinler dediğimiz, vücudun kendi içinden salgılanan (endojen) uyuşturucu ve sakinleştirici maddelerin büyük katkısı vardır. Bu maddeler, bildiğimiz “uyuşturucu”lardan farklı olarak zihinsel işlevlerde azalmaya neden olacak şekilde uyuşturmazlar; yaptıkları iş, merkezi sinir sistemindeki veri aktarım yolları üzerine etki ederek hoşa gitmeyen duyuların algılanmasını azaltıp, hoşa gidecek olanları kuvvetlendirmek şeklindedir. Ayrıca bu maddeler, beyindeki “ödüllendirme merkezleri” üzerine de etki ederek “mutluluk” hissetmeyi de sağlarlar. Bu maddelerin dışında, kasların ve eklemlerin hareketlerinden kaynaklanan ve beyni uyaran bazı sinirsel sinyaller de bu duyguların oluşumunda rol oynar.
İnsanların yaptığı egzersizler hafif, orta ve ağır olarak sınıflandırılabilir. Vücudun oksijen tüketimi ve enerji harcaması üzerinden yapılan bu tasnifler aynı zamanda yapılan egzersizin vücut üzerine etkilerinde de belirleyici rol oynar. Örneğin hafif ve orta decede egzersizler bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek hastalıklara karşı direncin artmasına neden olurken; ağır egzersiz, özellikle sık aralık ve uzun sürelerle yapıldığında, vücut üzerinde etkin bir “stres” unsuru olarak etki yapıp, bağışıklık sisteminin de işlevlerini engeller ve özellikle enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskinde artış gözlenir.
Tüm bunları bir araya topladığımızda, egzersizin beden ve ruh sağlığı üzerine çok ciddi etkileri olduğunu görebiliriz. Hafif ve orta derecede egzersiz, düzenli olarak yapıldığı takdirde, genel olarak sağlıklı bir beden ve ruh yapısını sürdürmeyi kolaylaştırırken, ağır egzersizler uzun dönemde olumsuz etkileri ile karşımıza çıkar. Özellikle ağır egzersizlerde salgılanan endorfin benzeri maddelerin sağladığı mutluluk hâli, kısa sürede bağımlılık yapma potansiyeline sahiptir. Aynen madde bağımlılığında olduğu gibi, bir çok insanda bu bağımlılığını da zamanla daha ağır egzersiz ve daha çok endorfin-benzeri madde salgılatma döngüsüne girdiğini gözlemleyebiliyoruz. Böyle kişiler egzersiz yapamadıkları dönemlerde kendilerini mutsuz, işe yaramaz ve depresif hissedebiliyorlar. Özellikle vücut geliştirme gibi sınırları zorlayan spor dallarında bu vakalara sıkça rastlayabiliyoruz. Özellikle güncel hayatında düzensizlikler, hayal kırıklıkları ve utangaçlık gibi sosyal sorunları olan insanların bu tip bir bağımlılığa düşmeleri riski daha fazladır.
Bu tip bir bağımlılık zaman içinde vücuda aşırı yüklenme, sınırları fazla zorlamak gibi aşırılıklar nedeniyle sağlık açısından zararlı etkilere neden olabilir. Özellikle fiziksel kuvvetin zirvede olduğu genç yaşlarda girilen böyle bir tempo, ilerleyen yaşlarda kalp-damar sistemi sorunları başta olmak üzere bir çok istenmeyen etkiye sebep olabilmektedir. Genç yaşta başlanan ve sürdürülen vücut geliştirme çalışmaları sonrasında en fazla görülen etki aşırı sol kalp büyümesidir. Bu tip etkilerden sakınmanın yolu, sporun bir bütün olarak bilinçli bir şekilde yapılmasıdır.

Amatör sporcular için bazı öneriler
Çoğumuz sporu tabir yerindeyse “spor olsun” diye yapıyoruz. Birçok durumda spor yaparken; vakit geçirmek, sağlıklı yaşamak ve gündelik performansı yüksek tutmak gibi amaçlar ön plana çıkar. Fakat vücut geliştirme sporunun amatör kısmında baskın olan motivasyon “bedeni (müsabakalar veya diğer insanlar için) şekillendirmek” ve belli ölçülere göre “daha güzel görünmek”tir. Bedeni öne alan bu tip spor aktiviteleri ile uğraşanların uzun dönemde sağlıklarını koruyabilmeleri için vücutları ve ruhsal yapıları üzerinde asgari düzeyde de olsa bilgili olmaları şarttır.
Beden ve zihin bir bütündür
Birçoğumuz bedenimizi ve ruhumuzu birbirinden ayrı varlıklar olarak algılama eğilimindeyizdir. Bu algının kültürel, dinsel, geleneksel ve diğer faklı kaynaklardan beslenen karmaşık nedenleri vardır. Hâlbuki insan; bedeni, zihni, belleği, duyguları ve algıları ile tek bir bireydir. Beden, bu birlikteliğin sadece bir bölümüdür. Bedensel sporlarlarda yoğunlaşmak, genellikle zihinsel durumların ihmal edilmesi ve ruhsal bütünlüğün göz ardı edilmesi sonucunu doğurur. Yüksek atletik perfomans için hayatında birçok şeyden fedakârlık eden insanlar, insani gelişimlerinde bir süre sonra bir çıkmaza girebilirler. Zira beden üzerinde kontrol sağlama güdüsü bazen o kadar ağır basar ki, insan bedeninden, kaslarından veya atletik performansından başka bir şey düşünemez olur.
İnsanın bir “amaca” ihtiyacı vardır
Spor yaparken, “yaşama amacımızı” hiç bir zaman gözden uzak tutmamalıyız. Son tahlilde birkaç yıl içinde “ölüm” ile tanışacak ve en iyi şartlarda dağılarak toprağa karışacak bir bedenin görünümü ve sağlığı için tüm yaşamsal imkânları seferber etmek, geleceği planlayabilen ve “ben bilinci”ne sahip insanoğlu için ciddi bir psikolojik çatışma kaynağıdır. Ben bilinci, büyük oranda insana has bir algılama biçimidir ve bedeli de, insanın biyolojik varlığının bir gün sona ereceğinin bilincinde olmasıdır. Hayvanlarda bu özbilinç olmadığından, bizim bildiğimiz anlamda bir “ölüm endişesi” de görülmez. Spor veya başka bedensel aktivitelerle geçici olarak sağlanan mutluluk ve tatmin, her insanda engellenemez bir şekilde çalışan “akıl yürütme” ve “geleceğe bakma” refleksleri nedeniyle bir süre sonra bir eziyete dönüşebilir ve bu da depresif bir ruh hâline davetiye çıkarır. Sporun esas amacı; zihin-beden birlikteliğinin “beden” kısmının sağlıklı kalması, ruhsal ve zihinsel ihtiyaçlara gereğince cevap verebilmesi ve bedenin −özellikle ileri yaşlarda− insanın yaşamına yük teşkil etmemesidir. Sadece ömrün kısa bir bölümünde “daha fit, daha atletik” görünmek adına yapılacak çalışmalar, uzun dönemde, o “fit” görüntünün kaybı nedeniyle insanda psikolojik olarak istenmeyen etkilere de yol açacaktır. Yaşama sadece bedensel görüntüsü veya performansıyla bağlı olmak, o özelliklerin kaybı durumunda derin bir hayal kırıklığı doğuracaktır. Dolayısıyla, sporun sürdürülebilir olanı ve tüm yaşama yayılanı, insanoğlunun genel yapısına daha uygun bir seçim olacaktır.

Spor ve entelektüel gelişim
Spora meraklı insanların entelektüel gelişimlerine de önem vermeleri gerekir. Zira “sağlam kafa, sağlam vücutta” bulunmakla birlikte, sağlam bir vücut da sağlam bir kafaya ihtiyaç duyar. Kafanın, yani zihnin sağlamlığı da insanoğlunun kendini her yönden tatmin edebilmesine bağlıdır. Sadece koltuğunda oturup sigara dumanları içinde yıllarca okuyup yazmak ne derece sağlıksızsa, herhangi ciddi bir konuyu düşünemeyecek kadar fiziksel harekete bağımlı olmak da tam ters yönde o kadar zararlıdır. Bedensel ve ruhsal özelliklerimizi birlikte geliştirmemiz gerektiğini ve birindeki gelişmin diğerinin ihmal edilmesini gerektirmediğini kendimize sık sık hatırlatmamız gerekir. Ruhsal ve zihinsel gelişimin yöntemleri bu konunun dışında kalmakla birlikte, herkesin kendi yaşam görüşü çerçevesinde bu yolda izleyebileceği farklı yöntemler mevcuttur.
Kasları gelişkin bir insanın kafasının az çalışacağına dair bir algının var olduğunu biliriz. Hâlbuki, bedensel çalışmanın beynimizin işleyişine faydadan başka bir etkisi yoktur. Pekiyi bu algı nereden geliyor ve bütünüyle yanlış mı? Bu algının oluşma sebebi, spor ile sağlanan geçici tatminlerin, insanları kişisel ve entelektüel gelişimden bazen uzak tutabilmesidir. Bu ise hiçbir insan için istemeyeceğimiz, anormal bir sonuçtur. Dolayısıyla bu açıdan da tedbirli olmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Netice-i kelam…
İnsan organizmasının temeli “denge”ye dayanır. Kaotik bir canlı olan insan, içerdiği bütün özelliklerin doyurulmasına ve tatminine muhtaçtır. Bazen, bazı kabiliyelerimizin aşırı uyarımı, genel bir mutluluk duygusuna sebep olabilir. Fakat bunun sonu genellikle organizmanın dengesinin bozulmasıdır. Örneğin, aşırı yeme durumlarında, kendini iyi hissetme adına tat duyusunun aşırı derecede uyarılması amacıyla kendini yemeğe vermek sözkonusudur ve bu da eninde sonunda obezite dediğimiz “şişmanlık hastalığı”na yol açar. Demek ki, yaşamdan tat almanın yolu, bizi insan yapan tüm özelliklerimizi bilmek ve bu özelliklerimiz içinde dengeli bir hayat yaşamaya çalışmaktır.
Belki de bu yüzden büyüklerimiz “kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz” demişler…
Sağlıcakla kalınız,
Doç. Dr. Sinan Canan
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji A.D.

Vücut geliştirme, body building ve fitness konuları hakkındaki bu yazıda kullanılan telif haklarıyla korunan görseller: İlk görsel, Fotoğrafçı dostumuz Larus Siguroarson‘un özel izniyle yayınlanmıştır (Larus, BodyTR sitesini destekleyen harika bir fotoğrafçıdır, kendisine çok teşekkür ederim), diğer görseller ise Waqas Ahmed, Esther Marí, antanask, Chris Gin ve Ed Yourdon Creative Commons lisanslarına uygun olarak kullanılmıştır.

ben omurilik felçliyim.yoğun ağrılar yaşıyorum.kendimce geliştirdiğim fiziksel aktivitelerim var.ancak bunlar ağrılarımı hafifletmeye yetmiyor.tabi benim taşıyıcı organım kollatım olduğu için sürekli dinç tutmak gerekiyor.önerilere ihtiyacımın olduğunu duyurmak istedim.ilgilene herkese teşekkür ederim.