Makale yazarı: Prof. Dr. Ali Esat Karakaya, Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Toksikoloji Anabilim Dalı
Tarımsal biyoteknoloji ürünü (GDO) olan ilk tohumun 1996 yılında ABD’de ekilmesinden bu yana dünyada biyoteknoloji ürünü bitkilerin ekim alanları sürekli olarak artmaktadır. 1996 yılında 1.7 milyon hektar olan üretim alanları 2012 yılında 170 milyon hektara yükselmiştir. Bu 100 kat artışa denk düşmektedir. Bugün biyoteknoloji ürünü bitkiler (biyotek ürünler) 15.4 milyon çiftçi tarafından 29 ülkede ekilmektedir. Dünya ekili soya alanlarının % 81’i, pamuk alanlarının % 81’i, mısır alanlarının % 35’i, kanola alanlarının % 30’u biyotek ürünlerdir (1).
Modern biyoteknolojinin ürünleri olan genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların (GDO) tarımsal ürünleri üzerindeki tartışmalar üç ana konu üzerinde odaklanmaktadır. 1. Çevre (biyolojik çeşitlilik üzerine olumsuz etki), 2. Ekonomi (tohuma bağımlılık), 3. İnsan ve hayvan sağlığı üzerine etki.
2010 tarihli ve 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu, GD ürün ekimini yasaklamıştır. Bu durumda biyolojik çeşitlilik üzerine olumsuz etki ve tohuma bağımlılık ülkemizde şimdilik tartışma dışında kalmaktadır. Ancak ithal edilen ve yem sanayi dahil çeşitli alanlarda kullanılan GDO’ların sağlık üzerindeki etkileri konusunda toplumun bilimsel gerçeklerle örtüşmeyen negatif risk algısı önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu algının oluşmasında bilimsel temeli olmaya ancak son derece güçlü GDO karşıtı aktivist hareketlerin payı büyüktür. Basın da GDO konusunda toplumun negatif risk algısı rüzgarını arkasına alarak yayın yapmaktadır. 28 Aralık 2010 ile 3 Ocak 2012 tarihleri arasında, yazılı basında “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’’ konusunda 156 adedi ilk sayfa veya kapakta olmak üzere 1839 haber, köşe yazısı ve makale çıkmıştır. Bunların tümünde de GDO’ ların olumsuz yönleri öne çıkartılmış, özellikle de sağlığa zararlı oldukları vurgulanmıştır (2). Bu haberlerin siyasi yelpazenin en sağından en soluna kadar tüm kesimlerine hitap eden yayın organlarında yer aldığı dikkate alındığında bugüne kadar Türkiye’de her hangi bir konuda böyle bir söz birliğine rastlanmadığı rahatlıkla söylenebilir.
GDO’ ların sağlığa zararlı olduğu konusundaki toplumdaki bu ortak kanının tam tersi olarak dünyanın tüm ulusal ve uluslararası saygın bilim kuruluşları ve Dünya Sağlık Örgütü’ de dahil sağlık otoriteleri risk analizinden geçmiş GD gıdaların eşdeğerleri olan geleneksel türler kadar güvenli olduğunu raporlar ve konum belgeleri ile defalarca teyit etmişlerdir (3-7). Güvenlik konusundaki bu ortak kurumsal görüşlere karşın, bu ürünlerin toksik etkilerine ait yayınlara da zaman zaman rastlanmaktadır. Bu yayınlara karşı bilim kuruluşları, konunun uzmanlarından oluşan komisyonlar kurarak konuyu uygulanan yöntemler ve bilimsel yeterlilik yönünden inceletmektedirler. Bugüne kadar bu tür yayınların hiçbiri bilimsel yönden dikkate alınmaya değer bulunmamıştır. Bunun bir sonucu olarak da biyotek ürünler ABD ve Kanada gibi ülkelerde gıda olarak herhangi bir etiket uygulaması olmadan 16 yıldır kullanılmaktadır. Bugün ABD’de işlenmiş gıdaların % 80-85’inin bileşiminde biyotek ürün vardır. Sağlık otoriteleri ve bilim kuruluşları bu kullanımdan hiçbir endişe duymamaktadırlar. Avrupa Birliği’nde de kamu yönetimlerinin GD gıdaların güvenliği konusunda ABD ile bir görüş farkı yoktur. Ancak Avrupa’da tüketiciler arasında GD gıdalardan endişe duyanlarının oranın 2010 yılı verilerine göre 27 ülke ortalaması olarak % 66’dır (8). Buna bir cevap olarak tüketicilerin bilme hakkına saygı ilkesi gereği Avrupa’da GD ürünlere ülkemizde de olduğu gibi etiket mecburiyeti vardır. Ancak fark AB ülkelerinde etiket için % 0.9 limit değer varken Türkiye’de bu değer % 0 dır. Avrupa Birliği’nin % 0.9 limit değer getirmesindeki amaç bulaşma riskinin yaratacağı olası karmaşadan kaçınmaktır. Ülkemizdeki gerçekçi olmayan % 0 limit değeri, laboratuvar yetersizlikleri de eklenince giderek içinden çıkılamaz bir sorunlar yumağının kaynağı haline gelmektedir.
Türkiye/Greenpeace’in yaptığı ankete göre Türk toplumunun % 79.1’i “GDO kötü bir şeydir” düşüncesine katılmaktadır. Daha da dikkat çekici olan, 200 hekim üzerinde yapılan bir araştırmada GD gıdaların zararlı olduğunu düşünen hekimlerin oranı % 80.5, kanser yapıcı olduğunu düşünenlerin oranı ise % 67.5 olarak bulunmuştur. Ancak GD gıdalar hakkındaki mevcut bilgilerinin kaynağı olarak katılımcıların sadece % 4,5’i tıp fakültesini gösterirken, % 23,5’si bilgi kaynağı olarak interneti, % 38,5’i medyayı göstermiştir (9). Bu sonuçlar toplumun sağlık konusundaki en elit kesimin dahi bu yeni teknoloji ve sonuçları konusunda bilgilendirme ihtiyacı olduğunu göstermektedir.
Risk algısı bilimsel bir veriye ve bunun düşünce sistemi içinde değerlendirmesine dayanmıyorsa psikolojik, sosyal, kültürel faktörler ve duyumlardan etkilenen ve gerçekle çelişen bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır. DNA teknolojisi konusunda risklere yüklenen özelliklerde konudaki en temel bilginin dahi yokluğu önemli bir etkendir. Örnek olarak Avrupa Birliği ülkelerinde 2005 yılında yapılan bir “Eurobarometer” çalışması sonuçları gösterilebilir. Anketi cevaplayanların %41’i geleneksel ürünün DNA içermediğini, buna karşın GD ürünün DNA içerdiğini, %54’ ü ise GD gıda yiyenlerin de genlerinin modifiye olabileceğine inanmaktadır (10). Bu oran neredeyse Avrupa ülkelerinde GD gıdalardan endişe duyanların oranına eşittir. GD gıdalardan endişe konusunda ABD’de tamamen farklı bir risk algısı söz konusudur. ABD’de 2010 yılı verilerine göre biyotek ürünler tüketicilerin ancak %2’si için endişe kaynağıdır. Buna karşın gıdalarla taşınan hastalıklardan ve gıdaların hazırlanma şartlarından endişe duyanların oranı sırasıyla %38 ve % 33’dür. Bu gerçekçi risk algısının sonucu olarak da tüketicilerin ancak %3’ü biyotek gıdaların etiketlenmesini talep etmektedir (11).
Yukarıda verilen risk algısı değerlerinin ülkeler arasındaki büyük farklılıklarından kolaylıkla anlaşılacağı gibi bugün yaşanan bir bilimsel değerlendirme sorunu değil, bir risk iletişimi ve buna bağlı risk algısı sorunudur. Ülkemizde GD gıda ve yemlerin insan sağlığına zararlı olduğu neredeyse inanç düzeyine yükselmiştir. Buna karşın toplumun risk algısını gerçeğe yönlendirilmesi konusunda kayda değer hiçbir çalışma söz konusu değildir. Kurumsal özellikte bir risk iletişim programı da mevcut değildir. TÜBİTAK ve TÜBA gibi bilim kuruluşları ve üniversitelerin ilgili bölümleri de gelişmiş ülkelerdeki eşdeğerlerinin aksine GD gıdaların sağlığa etkileri konusunda kurumsal görüş yayınlamaktan kaçınmaktadırlar. Alan tümüyle bilim dışı iddialara terk edilmiştir. Bu durum sürdürülebilir değildir. Bir dünya gerçeği olan GD gıda karşısındaki bu olumsuz propagandaya karşı bilimsel verilere dayalı kurumsal özellikte bir risk iletişimi çalışmasına acilen ihtiyaç vardır.
KAYNAKLAR:
- James C.Global Status of Commercialized Biotech/GM Crops. 2012 : www.isaaa.org
2. Medyada GDO. Tarlasera Dergisi. Mart 2012.
3. International Council for Science: New Genetics, Food and Agriculture: Scientific Discoveries-Societa Dilemmas. 2003.
4. Royal Society: Genetically Modified Plants for Food Use and Human Health.An Update. 2002.
5. U.S. National Academy of Sciences: Safety of Genetically Engineered Foods. 2004.
7. World Health Organization: 20 Questions on Genetically Modified Foods. www.who.int/foodsafety/publications/biotech/20questions/en
8. European Commission : Food-related Risks. Brussels.2010.
9. Savaş HB ve ark.: Tıp doktorlarının genetiği değiştirilmiş gıda algısı. 2. Uluslararası Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi 2013 Tebliğ Kitabı.
10. European Commission : Europeans and Biotechnology in 2005. Brussels (2006)
11. International Food Information Council. Understanding consumer perceptions of food technology & Sustainability. 2012.