İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nereden Başlamalı?

Pexels’tan Emir Bozkurt fotoğrafı: https://www.pexels.com/tr-tr/fotograf/siyah-ve-beyaz-adam-sokak-yurumek-19343756/

Şehir kuşatması

Yazan: İlşad Özkan

Pencerenizden dışarı baktığınızda tam olarak ne gördüğünüzü söyleyemem ancak toplumdaki her on kişiden yedisi gibi sizin de bir kent manzarasıyla karşı karşıya olduğunuzu söyleyebilirim. TÜİK verilerine göre 2012 yılında toplam nüfusun %72’si şehir veya ilçe merkezlerinde yaşarken büyükşehir yasası sonrası köy ve beldeler de mahalle sayıldığından bu oran %91’e fırlamış durumda. Biz daha düne kadar köy-belde olan yerleri şehirden saymasak bile %72 de oldukça önemli bir oran. Türkiye’de hakim şehirleşme anlayışının da yatay değil dikey olduğunu düşünürsek beton yığınlarının nispeten küçük alanlarda yoğunlaştığı çıkarımını yapabiliriz. Bunun anlamı da insanların üstüne daha fazla gelen bir beton dokusuyla küçük şehirlerde bile karşı karşıya olduğumuz.

            Ankara Üniversitesince yapılan bir çalışmada[1], Türkiye’de yıllara göre şehirleşme oranları görülebiliyor. Bu çalışmaya bakıldığında Türkiye’nin özellikle 1960 sonrası hızla şehirleştiğini görüyoruz. 2000 yılında tüm nüfusun üçte biri metropolleri doldurmuşken, geri kalanları büyük veya orta büyüklükteki şehirlerde yaşıyor. Tüm nüfusun sadece altıda biri kasabalarda ikamet ediyor. Bu araştırmadan sonra geçen 17 yılda metropol ve büyükşehir yerleşiminin arttığını da rahatlıkla söyleyebiliriz . Sonuç olarak, inkâr edilmez şekilde bir şehir kuşatması altındayız. Elbette, bu sonuca varmak için kapsamlı istatistiksel çalışmalar yerine İstanbul’da kısa bir tur atmak, metrobüste yer bulmaya çalışmak, Mecidiyeköy’de bir iş görüşmesine gitmek de yeterli olurdu. (Bu yazı 2017 yılında yazıldığı için şimdi aradan aradan geçen yıllarda bu oranın daha da arttığına kuşku yok.)

Oynatmaya az kaldı, doktorum ner’de?*

            Şehirleşme ne kadar plansız gerçekleşmişse, şehir ne kadar kontrolsüz büyümüşse, ne kadar düzensizse ve şehirde ne kadar az yeşil alan varsa şehrin, içinde yaşayanlara olumsuz etkisi o denli fazla oluyor. Bu açıdan, dünyaya örnek bir şehirleşme gerçekleştirmediğimiz ortada olduğuna göre, söz gelimi Berlin ya da Kanbera’daki birinden biraz daha talihsiziz. Nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu kentlerimizde yeşil alan eksikliği, ev-iş döngüsündeki hareketsiz yaşam, trafik, hava kirliliği, sosyal nezaketsizlik gibi, modern şehir yaşamına bağlı bir dizi etken sağlığımız üzerinde çok yönlü hasar oluşturuyor. Risk altında olan tek şey fiziksel sağlığımız değil üstelik, akıl ve ruh sağlığımız da şehirlerdeki sayısız stres unsurundan nasibini alıyor. Bu gidişle, herhangi bir günün sonunda kendimizi, üstelik “bir güzel kız yüzünden” bile değil, oynatmanın eşiğinde bulabiliriz.

Bil, anla, uygula

Outdoor kelimesi, oldukça gizemsiz bir şekilde, out-of-door (kapının dışı) kelimesinden gelen, outdoor activities (açık hava etkinlikleri) için yerleşmiş bir kısa kullanım [2]. Fitness ise, fiziksel kapasite ve uygunluğu ifade eden, Türkçeye kısaca zindelik olarak çevirebileceğimiz bir kelime**. Eğer bu ikisinden birine umutsuzca ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız okumaya devam edin.

            Biyofili Hipotezi[3] ile ortaya atılan iddiaları bilimsel olarak sorgulamak için yapılan meta-analizlere bakıldığında*** insan eli değmemiş doğal alanların ruh sağlığını etkileyen dikkat, enerji, kaygı durumu, öfke, yorgunluk, üzüntü ve kortizol seviyeleri üzerine olumlu etkileri %0,2 ila %0,7 arasında değişiyor[4]. Bindelik oranlar yani. Öyleyse, kayda almaya değer mi? Cevap, evet olmalı. Çünkü, incelemeye alınan araştırmalar arasında, yalnızca doğal manzara resimlerine bakmanın bile insana etkileri incelenmiş. Öte taraftan, doğal alanlarda bizzat bulunmak aynı zamanda daha temiz hava, daha az stres kaynağı gibi anlamlara da geliyor. Hepsinden öte, sırf doğal bir alanda bulunmanın bile insan üzerine az da olsa olumlu etkisi, sonuçta kanıtlanmış durumda. Tüm bunların anlamı, her gün binde kaç etkileniyorsunuz ve bu etki zaman içerisinde artış gösteriyor mu bilinmez ama, pencereden baktığınızda ağaçlar, göl ve dağ manzarası görüp kazanım elde etmeye karşın, pencerenin dışında beton duvarlar, koşuşturan stresli insanlar görmenin de bir bedeli var ve isteseniz de istemeseniz de bu bedeli her gün ödüyorsunuz. Bu aşama, bilme aşaması.

            İkinci aşama, bu bilgiyi yaşamımızda ve benliğimizde konumlandırarak bize olası etkilerini düşünmektir. Eğer işe giderken sizi hatalı sollayan bir sürücüye biraz fazla ve biraz uzun süren bir tepki gösteriyorsanız, bunun sebebi, çabuk öfkelenen biri olmanızın yanı sıra, ağır metal artığı gibi ruhunuzda biriken şehir stresi olabilir. Benzer şekilde, duygularınızı dışa vuramayacak kadar hissizleşmişseniz de bunda şehrin bir miktar payı var. Yaşantınızı düşünün, kapalı kapılar ardında (indoor) bir yaşam sürmek, şehrin suniliği ve kaosuyla her gün yüzleşmek sizi de olumsuz etkiliyor olabilir mi? Bu aşama, anlamlandırma aşaması.

            Eğer bir kırsala ya da doğal alana gidip etkin zaman geçirdiğinizde yalnızca işyerinden izin aldığınız için değil, aynı zamanda ortamdan etkilenerek de daha huzurlu, daha barışçıl biri oluyorsanız, üçüncü aşamaya geçmeniz gerektiğini söyleyebilirim: Uygulama aşaması.

            Çözüm aşamasında outdoor fitness etkinliklerini tercih etmek, size hem açık hava ve doğal ortamın faydalarını, hem de sağlığa muazzam etkileriyle fitness etkinliklerinin faydalarını birlikte sunacağından eşsiz bir reçete demektir.

            İlk adımlar

            Açık havaya çıkmayı gözünüzde büyütseniz bile, hiçbir bahanenin sökmeyeceği bir etkinlik vardır: Yürüyüş. Fransız Antropolog ve Sosyolog David Le Breton, bir solukta okunan kitabı Yürümeye Övgü‘de[5], yürüme eylemini çok yönlü ele alırken yürüyüşün, insanı modern yaşamın dayattığı saat kavramından kurtarıp kendi saatine, kendi bedeninin belirlediği zamana uymaya çağırır. Bu çağrı, neredeyse her yaştan hareketsiz yaşayan insana uygundur. Elbette daha iyisini yapmışlığınız varsa, mesela daha birkaç sene öncesine kadar aktif bir sporcuysanız, daha ileri adımlardan başlamak isteyebilirsiniz. Ancak benim tavsiyem, bu sefer acele edip tüm arayı birden kapatmaya çalışmayın; bu sefer spora değil, kendinize odaklanarak başlayın. En yakın sahile, koruya, kıra, hiç olmadı bir parka gidin. Kendi ayaklarınızın üstünde durun, kendi ayaklarınızın üstünde yürüyün; spor amacıyla yürümeyin ama biraz olsun yorulana kadar yürüyün o ilk gün. Saatiniz olmasın bileğinizde ve kapalı olsun bütün akıllı-akılsız haberleşme cihazlarınız. Belirli bir beklenti içerisine girmeden, kendi kendinizi dinlemek için yürüyün. Tüketim toplumunun çocukluğunuzdan beri kafanıza kazıdığı “Hareketsizlik konfordur.” kabulünü kesin bir iradeyle sonsuza kadar reddedin ve yürümenin, yürürken yorulmanın keyfini çıkarın. Yürüyebilmenin ne müthiş, ne keyifli, ne kadar doğal ve güzel olduğunu fark edeceksiniz bu önyargıyı kafanızdan attığınızda. Ve bu sefer kendinize bir söz verin, bundan sonra yaşamınızda doğayla ve hareket etmekle olan bağınızı koparmayacaksınız. İçten bir kavrayışla birlikte bu alışkanlığı kazandığınızda, artık şehrin ve modern tüketim toplumunun adı sanı önemsiz bir kölesi değil, kendi benliğinin farkında özgür bir insan olacaksınız.

NOT: Bu yazı 2017 yılında yazılmıştır, bazı bilgiler güncelliğini yitirmiş olabilir.

[1] Coğrafi Bilimler Dergisi, 2004, 2 (1), 23-39, Türkiye’de Şehirleşmenin Mekansal Dağılışı ve Değişimi, M. Murat YÜCEŞAHİN, Rüya BAYAR, E. Murat ÖZGÜR

[2] Garner’s Modern English Usage (4 ed.), 2016. Bu arada, eğer aktiviteleri kast etmeyerek tek başına outdoor’u kullanacaksanız Oxford Sözlüğü daha doğru bir kullanım olduğu için outdoors kullanımını öneriyormuş.

[3] Wilson, Edward O. (1984). Biophilia. Cambridge: Harvard University Press. Bu hipoteze göre insanlarla tüm canlılar arasında içgüdüsel bir bağ ve ilişki bulunmaktadır. Hipotezi geniş anlamıyla ele aldığımızda, parka çıkıp yürümeyi isteten de SkyDiving yaptıran da aynı ilişki olduğu iddiasını görürüz: Doğayla birleşme ihtiyacı.

[4] Bowler, D. E., Buyung-Ali, L. M., Knight, T. M., & Pullin, A. S. (2010). A systematic review of evidence for the added benefits to health of exposure to natural environments. BMC Public Health, 10(1), 456. doi: 10.1186/1471-2458-10-456.

[5] David Le Breton, Éloge de la marche (2000), Türkçesi: Yürümeye Övgü, Çev: İsmail Yerguz, 4. Basım 2016, Sel Yayıncılık.

(*) Fatih Erkoç, Ellerim Bomboş albümünden (1992) bir şarkı. Söz – Müzik: Fatih Erkoç. Şarkı 92’de yayımlansa da video klibi 2007’de çekildiğinden Y Kuşağı’ndan olanlar da kolayca hatırlıyor.

(**) Fitness kelimesinin kökeniyle ilgili biraz daha detaylı bilgi isteyenlere, ilk kitabım Sen Bir Harikasın’ı öneririm.

(***) Belirli bir konuda yapılan birbirinden bağımsız çalışmaların sonuçlarını birleştirerek istatistiksel analinizi yapan bilimsel yöntem. Doğru ve geçerli şekilde yapıldığında, bilimsel olarak yüksek kanıt değeri taşıyan çalışmalardır.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir