
Yazan: İlşad Özkan
Not: Lütfen daha iyi anlamak ve bağlantıları doğru kurmak için, ilkinde anlamadıysanız, yazıyı tekrar okuyun. Yazıyı kurgulamaya vaktim olmadığı, vaktim olunca da ilk andaki enerjimi yansıtan şeklini bozmadığım için kusura bakmayın.
Aslında, bu spor tarihiyle iç içe geçmiş bir konu diyebiliriz. Geçmişte de estetik amaçlarla fitness yapıldığından söz edebiliriz, çünkü birçok medeniyete ait eski metinlerde (Mesnevi’de, Osmanlı divan şiirlerinde, Sümer destanlarında, Hint masallarında, Greko-Romen efsanelerinde vs. bile) kaslı erkek vücudunun veya güzel kadın vücudunun övüldüğünü görüyoruz. Ancak, kaslı vücutları övülen bu erkekler, kaslı ve beğenilesi bir vücut için spor yapan kişiler değil, işleri ya da yaşam tarzları gereği “zorunlu bir spor” yapan kişiler olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde ise zorunlu olmadığı halde vücut geliştirme/güzelleştirme veya sağlık hedefiyle spor yapan kadın ve erkekler var. Bu sebeple, bugünkü anlamıyla bir “fitness”dan söz etmek pek mümkün değildi. Geçmişte yapılan fitness faaliyetleri işlevsel hedefleri olan antrenman eylemleriydi. (Grek jimnazyumlarında da estetikten önce sağlık ön planda tutularak antrenman yaptırılıyordu.)
Konuyu biraz daha açarak herkesin anlamasını sağlayayım. Geçmiş çağlarda sporla ilişkilendirilebilecek metinlere baktığımızda, vücut güzelliğinden çok daha fazla olarak, ölçülebilir sportif özelliklerden bahsedildiğini görürüz. Bunlar; güç-kuvvet, hız ve dayanıklılıktır. Ancak, geçmişte methedilen bu sportif özellikler, bugünkü algımızdaki “fit” görüntüsüyle doğrudan ilişkilendirilemeyecek özelliklerdir. Konuyu daha iyi anlamanız için günümüzün profesyonel atletlerin vücuduna şu yazımdan bakın ve söyleyin bakalım, sizce bu güçlü, hızlı ve dayanıklı sporcular bugünkü anlamıyla “fit” görünüyorlar mı? Bakınız: Sporcu Vücutları Geçmişte hangi vücudun “daha güzel” olduğu çok daha fazla kişiseldi, bugün ise özellikle yeni nesiller kafalarında ideal güzel vücuda dair kalıplarla yetişiyor. Geçmişte veya bugün, bir yarışma yaparak kimin daha güçlü, hızlı ya da dayanıklı olduğunu ölçebilirdiniz. Ancak bir güzellik yarışması yapmaya kalksanız dünyanın her yerinde farklı vücut tipleri tercih edilecekti. Bugün ise kapitalizm, küreselleşme, Anglosaksonizm etkisiyle güzellik algısı da tektipleştirilmiş görünmektedir. Bugünün ideal güzel vücutları ise, “fit” görünenlerdir. Kapitalizmin kendi içinde de bu geçiş hızlı olmamış, moda sektörü halen “zayıfları” üstün tutar gibi görünmektedir. Ancak son zamanlarda yapılan birçok faaliyeti gördüğü kadarıyla, kapitalizmin kendi içindeki direnci olan moda sektörünün güzellik algısı çok geçmeden “fit” olacaktır. Ünlü Victoria’s Secret meleklerinin sözde antrenman görüntülerinin sürekli servis edilmesi sebepsiz değildir.
Gördüğünüz gibi, üstün sportif özellikler, yoğun bir antrenmanı gerektirse de kişiye “fit” bir görüntü garantisi vermiyor. Zaten, bazı insanlar günümüzün “ideal fit” vücuduna sahip olamayacak vücut yapısındadır, bir kısmı ise “olabilecek” durumdadır, ancak olmaz. Zamanla moda, film, kozmetik, oyuncak gibi sektörlerin farklı bir estetik algıyı dayatıp yaygınlaştırması yüzünden fitness endüstrisi de kozmetik bir hâl almış, kişilerin sportif özelliklerini geliştirmekten çok, onları kafalarındaki “fit-güzel” seviyeye getirmeyi vaat etmiştir. Bu kısmen doğrudur, çünkü hangi vücut tipine sahip olursanız olun, kaslarınızı ideal fitlik oranlarını yakalayacak şekilde geliştirebilir, yağ oranınızı düşürebilirsiniz. Yapınız uygunsa, sıkı bir disiplin sonucu bu vücuda sahip de olabilirsiniz. Yapınız uygun değilse de istediğiniz kadar disiplinli olun, sadece bu seviyeye yaklaşırsınız.
Yüzyıllar, hatta binlerce yıl önce de kaslı vücudu güzel bulan bir algı kesinlikle vardı, ancak bu daha çok bazı hazcıların, bazı sanatçıların ve bir kısım insanın yargısıydı. Günümüzde abartılmadan geliştirilmiş kaslara, tarihte hiç olmadığı kadar çok kitlesel önem veriliyor. Bu konu tartışılır ama, ilk bakışta görünen bu. Eğer sürekli mücadeleyle, savaşlarla gelişmiş bir insanoğlu medeniyeti olmasaydı, eğer çok farklı bir gelişim maceramız olsaydı, eğer başarılı olmakla güçlü olmak bu kadar birbiriyle ilişkilendirilmeseydi tarih boyunca kaslı olmaya verilen önem yine bu şekilde fazla olur muydu dersiniz? Bugün bu kaslı estetik algının zirve yapmasını, insanların her zamankinden daha çok başarılı ve güçlü olmak istemesiyle açıklayabilir miyiz? Her neyse, konuyu çok dağıtmaya gerek yok. Ben burada geçmişten bahsederken, size fitness’la ilişkilendirebileceğimiz “sportif özellikleri” ele alacağım. Modern çağ ile birlikte, 1940’lardan sonra diyebileceğimiz dönemde ise fitness konusu sportif olmaktan çıkarak tek tip bir estetik algıya dayandırılmaya başlamıştır.
Fitness’ın kökleri Paleotik Çağ’da

Modern salonlardaki ağırlıklara, koşu bantlarına gelmeden çok çok önce başlarını sokacak bir yeri bile olmayan, yaşamını leşler ve yemişlerle sürdürmeye çalışan insanoğlu için avcılık, özellikle kış aylarında hayatta kalmak için bir zorunluluktu. Çok büyük, çok kıllı ve avlamak istediğinizde mutlaka çok sinirlenecek olan mamut gibi büyük ödüllerin yanı sıra, avlamak için ciddi bir performans sergilemeniz gereken geyik, yaban domuzu ve küçük kemirgenler de menümüzde önemli bir yer tutuyordu. Bunun yanı sıra insanoğlu çoğu kez kendisi başka yırtıcıların potansiyel avıydı ve aç, güçlü, hızlı ve yeterince vahşi hayvanların iştahını kabartıyordu. Anlayacağınız, henüz tekerleği bile bulmadığımız bir çağda hayatta kalmak için oldukça atletik olmak zorundaydınız. Ne var ki insanoğlunun atletik özellikleri diğer hayvanların aksine doğumuyla edindiği ya da erişkin olunca çabasız sahip olabildiği türden değildi. İnsanoğlu, atletik potansiyelini ortaya çıkarmak için bilerek ya da bilmeyerek bir hazırlık, bir çaba, yani farkında olmasa da antrenman yapmak zorundaydı. Kendi hayatlarımızı, atalarımızın yan gelip yatarak ölmeyi beklemeyen tipler oluşuna borçluyuz. Doğayla mücadele etme zorunluluğu insanoğlu için sporun kökenleridir. Tarih öncesi devirlerde, bir erkeğin korumasındaki bir kadın ya da çocuk da olsanız basit bir kural geçerliydi: Atletik ol ya da öl!
Neolitik Çağ’da ise tarımla birlikte yerleşik ve hareketsiz yaşam mümkün olmaya başlamıştı. Bu gelişme ise atletik olmanın önemini azaltmamış, aksine artırmıştı, çünkü yerleşik yaşam yeni bir sınıfı, asker sınıfını yaratmıştı.

İlk sistemli spor bizim topraklarımızdaydı
Doğaya karşı mücadele verme zorunluluğu azalmış, ancak insanların kendi türüyle verdiği mücadele daha fazla önem kazanır olmuştu: Savaşlar. Daha güçlü, daha hızlı ve daha becerikli olmak savaşlarda çok büyük bir üstünlük yaratıyordu. Medeniyetle birlikte başlayan savaş-spor ilişkisi yakın döneme kadar devam etmiş ve önemini korumuştur.

Medeniyetin beşiği kabul eden Anadolu ve Mezopotamya toprakları, en azından yeni bulgular ortaya çıkana kadar, sporun da beşiği olarak görünmektedir. Sümer krallarının “koşu şampiyonlarına” benzetildiği, Hititler’in tanrıları memnun etmek için muhtelif bayram ve dinsel törenlerde koşu, halat çekme, gülle atma, güreş gibi çekişmeler düzenlediği ve kazananları ödüllendirdiği, hisuva törenlerinde dans edip savaş sahneleri canlandırılan tiyatrolar oynadığı bilinmektedir. Tüm bunlar için antrenman yapmak, antrenmanlı olmak gerekiyordu. Doğaya karşı verilen mücadele yerini insana karşı verilen mücadeleye bırakmıştı ve bu modern zamanlara kadar sporun gelişmesi için başlıca itki olacaktı. (Hitit ve Sümer dönemindeki sporla ilgili bilgi aldığım Anadolu Uygarlıklarında Spor kitabını tüm sporseverlere tavsiye ederim.)

Helenistik ve Greko-Romen dönem

Hititler’in spor birikimi antik Yunan toplumuna geçtiğinde, Olimpik oyunlar şeklinde kendini gösterdi. Bu yarışmalar bir güç gösterisi olduğu kadar, tıpkı Hititler gibi tanrıları mutlu etmek, onları övmek, gururlandırmak ve yardımlarını almak için de yapılıyordu. O dönemde spora tanrısal bir pay biçildiği ortadadır. Sporun tanrısal algılanmasındaki asıl neden, büyük ihtimalle insanoğlunun önemli bir eksikliğiydi. Çünkü insanoğlu, diğer hayvanların aksine, kendi yaşam mücadelesi için gerekli olacak kuvvet ve beceriye sahip olarak doğmuyor. Eksik ve kusurlu doğduğumuz, sahip olduğumuz büyük fiziksel güçleri ortaya çıkarmak için çabalamak zorunda olduğumuz bir gerçek. Ama işin iyi yanı, bu özellikleri edinecek potansiyel sağlıklı her insanda fazlasıyla bulunuyor!
Helenistik dönemin uzun sürmesi ve olimpiyat oyunlarının zaman zaman kesintiye uğrasa da uzun yıllar devam etmesi sporun gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Düzenli idmanların savaşçı ya da atlet olmayan insanlar için de önemi bilginler ve eğitimli insanlar tarafından kesin olarak anlaşılıp kayıtlara geçiriliyordu.

Bazı kanser türleri dâhil birçok hastalığı tanımlayan ve Batı tıbbının kurucusu kabul edilen ünlü hekim Hipokrat, hastalık ve sağlığın, beslenme ve düzenli egzersizle yakından ilişkili olduğunu söylüyordu. Aslında aynı dönemde yaşamışlarsa da Hipokrat’tan çok daha önce doğmuş olan, omuzları ve atletik yapısıyla tanınmış olan ünlü filozof ve bilgin, Atina Akademisi’nin kurucusu Platon, “Hareketsizlik, her fertte kondisyonu yıkıma uğratır. Hareket etmek ve metodolojik fiziksel egzersiz yapmak ise kondisyonu korur, devamlılığının sağlar.” diyordu. Platon’un öğrencisi ve aynı zamanda iyi bir güreşçi olduğu bilinen Aristoteles ise, tıp alanındaki öncü çalışmalarıyla insan fizyolojisini anlamak ve muhtemelen performansını da geliştirmek peşinde hayvanları öldürüp kesmeye ve damarlarını incelemeye başlamıştı bile. Sanıyorum Platon’un hocası Sokrates’in askerleri kıskandıran olağanüstü dayanıklılığının da kayıtlara geçmiş olmasında sportif bir iz aramak mantıksız olmayacaktır.

Kişisel kanaatime göre antrenmana en büyük önemi veren Aristoteles’dir. Çünkü öğretileri katı bir dengeyi ve iç disiplini önermektedir. Her neyse, sonuç olarak antrenman kültürü antik Yunan kültüründe yaygınlaştırılmış, sağlıklı bir vücut için okullara dersi bile konmuştur.
Antik Yunan’a dayanan Greko-Romen kültürdeki kasları bariz seçilebilen atletik figürlerin olduğu heykeller, yüzyıllar sonra bu kültürden büyük oranda beslenen bir yerde taklit ediliyordu, Vatikan’da. Ortaçağ’da Kutsal Kilise için yapılan heykeller antik Yunan’dakiler kadar kaslıydı ve daha iyi bir işçilikle yaratılmışlardı. Buradan da kaslı ve atletik bedenin güzel olarak değerlendirildiği bir kabulün Greko-Romen kültür üzerinden Avrupa’ya geçtiğini anlıyoruz.

Not: Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen göçer Türklerin ise yaşam tarzları gereği sportif olmak zorunda olduğunu ve çocukluktan itibaren oyun ve eğlence özelliği taşıyan antrenmanlarla kendilerini hazırladıklarını biliyoruz. Ancak yazılı kültüre pek değer vermediklerinden, bu bilgileri çoğunlukla o dönem ilişkide bulundukları toplumların kaynaklarından öğreniyoruz. Anadolu’da kurdukları devletlerde de Orta Asya’dan getirdikleri düzenli spor alışkanlığını koruyabilmişlerdir ancak antrenmanları hakkında yeterli bilgiye henüz ulaşılamamıştır. Tarihe baktığımızda kesin olan şey, bir toplumda askerliğin önemi arttıkça atletik insan oranının da açıkça arttığıdır. Osmanlı’nın son dönemindeki savaşlara bağlı olağanüstü insan kayıpları, nesilden nesile sözle aktarılan spor kültürünü çok büyük oranda kesintiye uğratmış görünmektedir.

Citius, altius, fortius *
1800’lerin sonuna gelindiğinde Helen kültüründeki Olimpiyat oyunlarına hayranlıkla doğan Modern Olimpiyat Oyunları başlamıştı. Aynı dönemde, yine bizim konumuzu ilgilendiren, modern vücut geliştirmenin ilk girişimleri de yapılıyordu. Tevellütü 1867 olan Eugen Sandow antik yunan heykellerindeki atletik vücutları estetik zirve kabul etmiş, bir öykünme ile başladığı çalışmalarında heykellerinkine benzeyen atletik bir vücut elde etmeye çalışmıştır (başarmıştır da). Modern vücut geliştirme tarihiyle ilgili detaylı bilgi için bakınız: Modern Vücut Geliştirmenin Tarihi Esasında, Sandow tek isim değildi, ondan birkaç on yıl önce de bu alanda çabalayanlar olmuş, ancak tarihte onun kadar iz bırakamamışlar. 1847 yılında halka açık bir spor salonunun Avrupa’da açıldığını kolayca öğrenebilirsiniz mesela.
1. Dünya Savaşı’yla birlikte sekteye uğrayan bu gelişmeler, 2. Dünya Savaşı öncesinde yeniden canlandı. Olimpiyat Oyunları’nı “Alman ırkının üstünlüğünü” tüm dünyaya göstermek için bir propoganda fırsatı olarak gören Adolf Hitler’in talimatıyla spor biliminde bugün dahi kullanılan bulgu ve teoriler ortaya atıldı. Aslında madolyonun öteki yüzüne baktığımızda görüyoruz ki, özellikle ikincisi olmak üzere, utançla anılması gereken uğursuz dünya savaşları, spor bilimine çok şey katmıştır. 2. Dünya Savaşı’nın ardından, spor bilimlerinde SSCB ve ABD’nin başı çektiği bir dönem başladı. Galip devletler, yenilen Almanların çalışmalarını ele geçirdiklerinde bunları ilerletmeye başladı.
Modern fitness sektörünün doğuşu

Dünya Savaşları geride kaldığında, yine bir subay fakat aynı zamanda hekim olan Kenneth H. Cooper’ın “Aerobics” adlı kitabı ABD’de çok büyük bir ilgi gördü. Cooper, düzenli aerobik egzersizlerin kalp damar sistemini geliştirdiğini ifade edince, zaten sağlığı daha o dönem sanayi gıdaları yüzünden bozulmaya başlayan ABD’lilerin çok büyük ilgisiyle karşılaştı. Aslında fit vücutlara olan ilginin temeli, ondan çok önce, gezici sirkler ve akrobat takımlarıyla birlikte atılmıştı. 1940’lı yıllarda ise tek tük de olsa halk için açılan özel spor salonları ortaya çıkmıştı çoktan.
Cooper’ın başarısının ticari bir yönü de oldu, ABD’li şirketler Cooper’dan hareketle bir çeşit “sağlık ve güzellik pazarlama” kampanyası başlattı: kitaplar, videolar, egzersiz aletleri… Uygun olmak, hazır olmak, özetle zinde olmak anlamına da gelen “fitness” kelimesi o dönemde Cooper’ın aerobiğiyle özdeşleştirilir olmuş ve bugün hâlâ büyümekte olan dev bir pazar ortaya çıkmıştı. Bizim Sağlık Bakanlığı’nın bugün bile “yeni” etiketi basarak kullandığı günde 10.000 adım gibi pek çok öneriyi ileri süren Cooper birçok noktada haklıydı, ama zaman ilerledikçe yeni bilimsel bulgular onu özür dilemek ve bazı tavsiyelerini değiştirmek zorunda bırakacaktı. Ne var ki, yıllar boyu yaydıkları bilgilerin bir kısmının yanlış olduğunu söyleyerek verdikleri hasarı tamir etmek, bu ilgiden para kazanan şirketlerin derdi değildi.
Ve bugün
Fitness endüstrisinin son 20 yıllık serüveni apayrı bir yazının konusu olabilecek kadar kendi içinde detaylıdır. Bu yazımda oraya hiç girmeyeceğim. Her sene birkaç sözde yeniliğin ya da gerçekten ilgi çekici akımların ortaya çıktığı bu dev endüstri, yan sektörleriyle birlikte, dünya çapında 100 milyar doları aşan bir paranın hareketine sebep olmaktadır.
Profesyonel vücut geliştirme başta olmak üzere, diğer branşlar boğazına kadar kimyasal ilaca (dopinge) battıysa da, fitness endüstrisi saçma sapan bilgilerle kitleleri etkilemişse de, milyar dolarlık bir spor dünyası doğduysa da, sağlığı korumak ve geliştirmek için takviye gıdalar adı altında yalan yanlış bilgilerin uçuştuğu bir pazar doğmuşsa da… Endişe etmeyin, tüm bunlardan bağımsız ve insanlığın esenliği için, bilim için bilim düsturunda ilerleyebilen bir spor ve sağlık biliminden söz edebiliyoruz artık. İlerleyen yüzyıllarda günümüzdeki yalan yanlış inanışların silineceği kesindir. Ancak günümüzde de çoğu kez bu duru görüyü sağlayabilecek enformasyon elimizin altında.
İstediğimiz her yerde uygun ve doğru şekilde antrenman yaparak sağlığımızı korumak ve geliştirmek elimizdedir. İşte ben yazılarımda bunu yapmaya devam edeceğim, korkmayın, çıkıp geyik peşinde yalınayak koşacak değiliz. Ben hareket etmeyi unutmuş, sağlığını geliştirmek şöyle dursun hareketsizlik yüzünden onu geriletmiş okurlarıma, bilinçli ve bilimsel sporla gelen sağlığı nasıl elde edebileceklerini anlatmaya devam edeceğim, takipte kalın.
* Citus, altius, fortius: Latince “Daha hızlı, daha yükseğe, daha güçlü.” anlamına gelen bu kelime öbeği, Modern Olimpiyat Oyunları’nın sloganıdır.

İyi günler uygun yer değil biliyorum ama nereye yazacağımı bilemedim destek cevap vermedide
ben 1.70 boyunda 70 kiloyum
Bir kaç sorum olacak ben yatılı bir okulda okuyorum okulumuza çalışma istasyonu ağırlıklar kardiyo falan gelicek malum yatılı okul olduğundan yemekleri seçemiyorum protein ihtiyacımıda karşılayamıyorum bu yüzden internetten bir kaç tarife baktım (protein tozuna hem ailem karşı hemde masrafı çok) 100 gr süttozunda 36 gr protein varmış bunu 1litre süte karıştıracağım içinede nesquik falan atmayı düşünüyorum Sorum şurda 1)nezaman kullanayım antrenmandan önce sonra yatmadan önce vs. gibi 2)yeterli olurmu 3)nasıl bir antrenman uygulayayım düşüncem şu haftada 3 gün önce bütün vücudu çalıştıracak şekilde antrenman yapacağım ardından 45 dk kardiyo sizce iyi bir düşüncemi?
Hocam biraz uzun oldu kusura bakmayın daha acemiyiz bu konularda 🙂
100 gr süttozunda 36 gram protein var ama 50 gram da karbonhidrat var. Yani protein tozuyla muadil bir ürün değil. Çok yanlış yere yorum yazmışsınız. Lütfen yazıyla ilgisiz yorumları buraya eklemeyelim.
Muadil olmasını pek düşünmedim zaten yerinide tutmaz şunu hesapladımda aylık 90tl masrf çıkarıyor bunun yerine hangi protein tozunu kullanabilirim fiyat en fazla 100 tl olmalı bütçem kısıtlı bu arada belirttiğim gibi nereye yazacağımı bilemedim kusra bakmayın