İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Osmanlı’da hekimlik, halk sağlığı ve yaşam süresi

2025 YAYIN NOTU: Bu yazı 2014 yılında yayınlanmıştır. Aradan geçen zaman içerisinde, Osmanlı’nın kayıtlarına erişimin daha kolay olduğu son dönemlerine kıyasla daha eski dönemlerinde halk sağlığının daha iyi olduğunu gösteren bulgular ortaya çıkmış olabilir. Öte yandan bize ulaşan böyle bir bilgi notu olmadığı için yazıda bir güncelleme yapmadık ve bilimsel bir tartışma ortamı henüz oluşmamıştır. Konuyla ilgilenenlerin ilgili tarihsel kaynakları da incelemeleri tavsiye olunur.

osmanlida-halk-sagligi

Osmanlılıların genel sağlık durumu üzerine

Yazan: İlşad Özkan

Geleneksel beslenmeyi öven ve elden ele yayılan bir cehalet beyanını eleştirmek için yazmaya başlamıştım, yazım şirazesinden çıkarak Osmanlı devrindeki halk sağlığı üzerine eleştirel bir özellik kazandı. Bu sebeple apayrı bir yazı ortaya çıkmış oldu ve ben de bunu ayrıca yayımlamayı uygun gördüm. Bu yazımı, Osmanlı’yı ve ona ait her şeyi kutsayanlara armağan ediyorum. Sağlıklı yaşam istiyorsanız asılsız söylentilere ve duygusal propogandalara itibar etmeyin. Osmanlı, bizim geçmişimizdir ancak geçmişimizden ders aldığımız kadar geleceğimiz güzel olur. Güzeli yaşatmak, kötüyü yok etmek hedefinde olmalıyız. Şimdi, Osmanlı’da halk sağlığı üzerine düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Osmanlı padişahlarının yaş ortalaması

Konuyu kaleme alırken, Osmanlı padişahlarının yaş ortalamasıyla ilgili de bir çalışma yapmak istedim. Cinayete kurban gittikleri olsa da, 36 adet Osmanlı padişahının yaş ortalaması sadece 51. Bu değer, Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin sitesindeki verilerle kolayca ortaya çıkabiliyor. Padişahların yaşam süreleri ve ölüm sebepleriyle ilgili detaylı bilgiyi Ekinci’nin sayfasındaki “Osmanlı Padişahlarının Vefat Sebepleri” başlıklı yazısından öğrenebilirsiniz: http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=454

Bu listeye göre 37 yaşındaki III. Mehmed, 58 yaşındaki I. Mahmud, 57 yaşındaki III. Mustafa ve 65 yaşındaki Vahideddin’in kalp krizinden öldüğü anlaşılıyor. Listede diyabete bağlı ölümler de yok değil. Bu verilere göre, Osmanlı döneminde Saray’ın pek de sağlıklı olduğunu iddia edemeyeceğiz. Üstelik, IV. Murat gibi diyabetten ölen padişahların bir kısmı düzenli egzersiz de yapıyordu. Ancak tıp tarihi profesörü Ayten Altıntaş’a göre Kanuni’den sonra padişahlar çok beslenip az hareket ettiği için ölümlerinin temel sebebi bu oluyordu.

Osmanlı tıbbı “Az ye!” diye emrediyordu

Osmanlı tıbbı, gerek tıbbi gerekse de dinî kaynaklara dayanarak hastalara ve hasta olmak istemeyenlere az yemeyi öneriyordu. Bu, bugün de geçerliliğini koruyan bir önermedir. Acıkmadan yemek, az yemek ve tıka basa doymadan sofradan kalkmak. Toplumsal belleğimize yerleşen bu öneri bugün de varlığını sürdürmektedir. Profesör Altıntaş, Osmanlı’da beslenmeyi incelemiş ve çalışmasını “Osmanlı Hekimlerinin Sağlık Kuralları” adıyla kitaplaştırmış. Bende hocanın kitabı ne yazık ki yok, ancak hocanın yaptığı, haber sitelerine düşen açıklamaları okudum. Bakınız: http://www.ensonhaber.com/osmanlida-diyet-ve-saglik-2013-04-14.html

Eğer kitabı da bu açıklamalar gibiyse kendisine katılmam mümkün değil. Altıntaş’ın haberlerdeki ifadeleri Osmanlı tababetini ve beslenme geleneklerini kutsuyor ve sanki yapılan her şey iyiymiş, güzelmiş gibi yansıtılıyor. Buna karşın modern hayatın getirdiği pek çok teknik gelişme doğrudan kötüleniyor. Her iki yaklaşım da gerçekçi değildir. İnsanoğlunun ihtiyacı olan şey geçmişi kutsamak, günü körce kötülemek ve uygulaması zor reçeteleri uygulama uğrunda yaşamın gerçeklerinden uzaklaşmak değildir. Bizler, teknolojiyi ıslah etmeli, zararlarını yok ederek ondan faydalanmanın yollarını bulmalıyız. Her neyse, bunlar farklı konular…

Osmanlı halkı için durum nasıldı?

2006 yılında Nüfusbilim Dergisi’nde “Osmanlı’da Modern Anlamda Yapılan İlk Nüfus Sayımına Göre Divriği’nin Demografik Yapısı” çalışması yayınlanan Hasan Yüksel’in çalışması bana yeterince fikir verdi. Her şeyden önce, 17. Yüzyıla kadar Osmanlı’da askerî gerekçelerle tımar sistemi aracılığıyla nüfus sayımı yapılıyor, ancak bunun ölüm oranları hakkında ne kadar fikir verdiği tartışmalı. Bir diğer nokta, zaten Osmanlı’da 1882’ye kadar kadınların nüfustan bile sayılmadığını görüyoruz. Osmanlı’nın nüfus defterlerini detaylıca inceleyen Yüksel’in çalışmasının 5. sayfasında “Anadolu’da 50 yaşına kadar yaşamak büyük bir mucizeymiş” ifadesini görüyorum. İfade, içerdiği “mucize” kelimesi dolayısıyla tam olarak bilimsel değilse de, bir gerçeği çarpıcı bir şekilde ifade etmesi açısından oldukça önemli. İşte, yere göğe sığdıramadığınız Osmanlı’nın can damarı, seferden sefere koşturulan Anadolu nüfusunun yaşam şartları! Elbette, ölümlerin sebebi “beslenme” bile olamıyordu. Çünkü, beslenmeye bağlı sorunların çoğu, hele ölüme götürmek için, uzunca bir süre ister. Ancak Anadolu insanı Osmanlı devrinde toplu ölümlere sebep olan veba, çiçek, verem gibi hastalıklardan bile korunamıyordu. Prof. Dr. Altıntaş hoca gibilerin yere göğe sığdıramadığı Osmanlı’nın hekimleri yüzyıllar boyunca Anadolu’ya doğru düzgün adım bile attırılmamışlardır. Attırılsalardı da öyle aman aman faydalar beklenebilir miydi, bu da ayrı bir soru işaretidir. Çalışmanın ifadesine göre, Osmanlı’da yaş ortalamasını tespit etmek için mevcut veri ve kayıtlar yetersizdir. Yüksel’in çalışmasının tamamına PDF formatında ulaşmak için tıklayın: https://zindeturkiye.com/wp-content/uploads/2014/04/hasan-yuksel-divrigi.pdf

Osmanlı’yı gerçekçi değerlendirebilmek

Elbette, benim Osmanlı’yı kötülediğimi, Osmanlı’yı sevmediğimi düşünen cahiller de çıkacaktır. Ben Osmanlı’yı tarafsız görmeye çalışan bir vatandaşım. Onlara verilecek daha fazla bir cevabım yok. Ancak aile olarak Selçuklular’a büyük yararları dokunan, ardından Osmanlı devrinde bölgesel güç olarak Cumhuriyet’e kadar padişahtan bizzat teveccüh görüp hizmet eden, son olarak da Cumhuriyet döneminde topraklarını, ekonomik ve siyasal gücünü kaybetme pahasına devlete destek olan, her devirde tam devletçi bir aileden geldiğimi söylemeliyim. Devlet uğruna ailemizin verdiği, benim sadece son dönemdekileri bildiğim “şehitleri” hiç saymıyorum bile. Bununla birlikte, Osmanlı’yı asılsızca yeren veya öven tutumlar, desteksiz ifadeler benim midemi bulandırmaktadır. Bugün bu yazıları sağlıklı bir biçimde okuyabiliyorsanız bunu muhtemelen Atatürk’ün temelini attığı büyük halk sağlığı yatırımlarına borçlusunuz. Osmanlı’nın ise iyilik ve güzelliklerini yaşatacak, kötülüklerini tarihin tozlu sayfalarına gömeceğiz.

Osmanlı’nın hekimleri mi? Son olarak dedemin babasının apandisit zehirlenmesi geçirdiğini anlamayarak bize son “tedaviyi” yapmışlardır. İstanbul Eminönü’nde kaporasını ödediği 300 dükkanlık arsanın tapusunu almak üzere yola çıkan gön tüccarı büyük dedemin beklenmedik ölümü, aile tarihini de temelinden değiştirmiş oldu. Ancak şahsi bir kinim söz konusu olamaz. Eğer olsaydı, ailenin tüm avantajlarını yok eden Cumhuriyet’ten nefret etmem gerekirdi. Ben, dünden haberi olmayan eblehlerin Osmanlı’yı her türlü mantıklı, bilimsel ve sağlıklı bakış açısından uzak olarak A’dan Z’ye övmesine bilimsel bakış açım dolayısıyla katlanamıyorum. Osmanlı tıbbının iyi ve kötü yönleri vardı ancak temel olarak halka yeterli hizmeti vermekten daima uzak olmuştu. Bu durum, dünyanın genelindeki tıbbi ve teknolojik yetersizliğin doğal bir sonucu olduğu kadar, Osmanlı yönetiminin Anadolu’yu daima ihmal etmiş olmasından, kendi hâline bırakmasından da kaynaklanıyordu.

Bu yazı kanunen tescillenmiştir.

4 Yorum

  1. ahmet vatansever ahmet vatansever 5 Haziran 2014

    şimdi spora yeni yeni yatırım yapılmaya başlandı ama oda sadece istanbul üzerinden. anadoluda pek fazla yatırım yok. oldum olası millet olarak böyle şeylere hiç önem verilmedi. bu bizim çok büyük bir eksiğimiz.

  2. ismail ismail 8 Eylül 2014

    Yazının başlığı Osmanlı’da hekimlik, halk sağlığı ve yaşam süresi ama içeriği yazarın kişisel kinini kusmaktan öteye gitmemiş. Sayın çok kültürlü yazar enfeksiyon çağında antibiyotik olmadan hastalıklarla nasıl mücadele edilmesini bekliyor acaba o zamanlar dünyadaki ortalama yaşam süresiyle osmanlı yı karşılaştırmış da mı “Anadolu’da 50 yaşına kadar yaşamak büyük bir mucizeymiş” cümlesini kendi fikrini doğrulamak için alıntılıyor ”cahil” bir hekim olarak gerçekten merak ediyorum. Altıntaş ın geçmişi övmek adına zaman zaman saçmaladığı (kahveyi şekersiz içmeyin gibi) olsa da o zamanki toplumun şimdikinden çok daha düzgün beslendiği, son bir kaç yüzyılda beslenmenin bozulmasına paralel olarak dejeneratif hastalıkların tavan yaptığı da
    inkar edilemez. Baban kimdi bilemezdin ekolünün temsilcisi olmaktan öteye gidemediği gözüken yazarın kendini tarafsız olarak göstermeye çalışan böyle boş yazılar yazması da benim ”midemi bulandırmaktadır”. Son olarak o kadar konuştuk hala atatürk demedik başımıza bi şey gelmesin atatürk atatürk.

    • 🙂 İsmail Bey, açıkçası ben Osmanlı devrinde imtiyazlı sayılan büyük ailelerden birinden geliyorum, dolayısıyla Cumhuriyet ekonomik ve siyasi anlamda bu aileye büyük kayıplar getirmiş. Osmanlı’nın son dönemlerinde birçok cephede canını da vermekten çekinmeyen bu aile, Cumhuriyet’le birlikte mülk ve mallarını kaybetmenin yanı sıra, eski alfabeyi de o dönemin baskısından ötürü kum üzerinde öğreniyor, kızları ise öncesinde dinî eğitim için okuma yazma öğrenirken, Cumhuriyet’ten sonra öğrenemiyor. Tüm bunlara rağmen, vatan sevgisinden diyelim, Cumhuriyet’e tam destek veriyoruz. Kendi adıma, gerçek bir Atatürk hayranıyım ayrıca, sezgileriniz doğru.

      O zamanlar dediğiniz, sizin aklınız sanırım Orta Çağ’a gidiyor, gitmesin, 1800’lerden itibaren Avrupa’yla ve akabinde Birleşik Devletler’le Osmanlı’yı istediğiniz açıdan kıyaslayabilirsiniz. Buna ahlâk da dâhil (yolsuzluğun ve rüşvetin harman olduğu topraklardayız sonuçta). Üstelik, doğal sayılabilecek sağlığa dayalı ölüm sebeplerini bir kenara bırakın, Osmanlı’nın içi boşalmış şan ve şerefi için Kafkasya’da, Karadeniz havzasında, Balkanlar’da, Arabistan ve Afrika’da bozuk para gibi harcanan Anadolu insanına bir bakın, sizce kaçı 50 yaşını, hatta bu yaşın yarısını görebildi?

      Her şeyi geçtim, eskiden İstanbul’da işi gücü olmayan barınamazdı, sırf bu tip sponsorsuz, işsiz güçsüz kimseleri İstanbul’dan, Osmanlı’nın payitahtından uzaklaştırmak için görevlendiren memurlar vardı ve bu tip kontroller yaparak yakaladıklarını sınır dışına atarlardı. Elbette bizimki gibi görece az sayıda zengin aile için böyle bir kısıtlama söz konusu değildi, ancak şimdi bakıyorum dedesini İstanbul’a sokmayan Osmanlı’yı öve öve bitiremeyen cühela türemiş durumda, yazık. Atatürk’e ise her nedense kin kusuyorlar, yazık, herhâlde çöküş döneminin İngiliz kölesi hâline gelmiş Osmanlı idarecilerine özeniyorlar. Öyle ya, bazı meczuplardan tarih öğrenmeye kalkanın sonu bu olur. Tüm bunları size bir tek soru sormak için anlattım: İddia ettiğiniz gibi “kişisel kinim” olsaydı, kin duymam gereken Osmanlı değil de ondan sonrası olmaz mıydı? Fakat ben hiçbir döneme kin duymuyorum, vatan ve millet menfaatleri çerçevesinden olaya yaklaşıyorum. Dünya ileri giderken Osmanlı’nın cehalet sarmalına dolanmasının methedilecek bir tarafı olamaz.

      Konumuza dönersek, Osmanlı’ya ben daima tarafsız yaklaştım, iyiye iyi, kötüye kötü dedim. Osmanlı’nın en büyük hatası padişahların hırs ve cehaleti yüzünden uzatmaları oynaması ve bu uğurda telafisi imkânsızlaşan kayıplar vermesiydi, Atatürk, Osmanlı’nın son kahramanıdır ve Osmanlı’nın da şerefini kurtarmış, Türk devletini tarihe gömülmekten korumuş, vatandaşlara ise Osmanlı’nın asla vermediği sayısız hak vermiştir. Elbette bu devrim tıp alanından da cehaleti silip süpürüyor, hurafelerin yerini İbn-i Sina gibilerin yüzlerce yıl önce açtığı bilimin ışığı alıyor tekrar.

      Midenizin bulanmasına memnun oldum, Mevlana’nın bir hikâyesi vardır, tabakhanede çalışan adam aktarlar çarşısına girince bayılırmış, sizinki de ona benzer bir durum ancak endişe etmeyin, hakikatleri anladıkça bulantınız geçecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir