Zinde Türkiye bilimsel bir GDO tartışmasını halka sunuyor
İnternette GDO ile ilgili pek çok söylenti dolaşıyor, müthiş bir bilgi kirliliği yaşanıyor. Biz Zinde Türkiye daima insanlığın tarafını tuttuğumuzdan, gayet ciddi bir konu olan GDO’ya popülist yaklaşmak gibi bir yol tutmayı asla düşünmedik. Kendimizi GDO karşıtı ya da taraftarı olarak da konumlamaya çalışmadık. Biz insanlığın ortak mutluluğu için yapılan bilimin tarafındayız ve öyle olmaya da devam edeceğiz. Yoksa, GDO ile ilgili ipe sapa gelmez sloganlar atılan saçma sapan yayınlar yapmak bizim için çocuk oyuncağıydı; asla tenezzül etmedik…
Dergimizin Bilim Editörü Seçkin Eroğlu’na, birkaç yıl önce detaylı bir GDO yazı dizisinin mükemmel olacağını söylemiştim. Seçkin, bir biliminsanı olarak da uzmanlık alanına giren bu konu için hâlihazırda çalışmakta olduğundan, bu yazı dizisini hazırlayacak bilimsel yazıları hazırladı. Ancak malumunuz üzere dergimiz eski yayın adresini satınca sıfırlandık ve beş ay kapalı kaldık. Açılır açılmaz ise ilk büyük yazı dizimizi bu konuya ayırmanın bizim için gecikmiş bir mutluluk kaynağı olduğunu söylemeliyim.
Yazı dizimizi oluşturan yazıları sunmadan önce, Bilim Editörümüz Seçkin Eroğlu’nun moderatörlüğünde geçen ve kıymetli biliminsanlarımızın katılımıyla gerçekleştirilen tartışmanın metnini sunuyoruz. Bu tartışmanın sonunda yazı dizimizi oluşturan yazıların bağlantılarını göreceksiniz. Bu dev yazı dizisinin yanında oldukça değersiz kalan sunuşumu bitirirken, yazı dizimizin yeni bilimsel yazılara açık olduğunu ve bilim editörümüzün kontrolünden geçen her türlü görüşteki yazının bu diziye ekleneceğini kıymetli araştırmacılarımıza ve biliminsanlarımıza duyururum.
Şimdi, dosyayı Bilim ve Ütopya dergisi için hazırlayan Seçkin’in, derginin ilgili sayısında kapak konusu yapılmış bu konuya yazdığı sunuş yazısına geçelim. (Zinde Türkiye Genel Yayın Yönetmeni, İlşad Özkan).
Seçkin Eroğlu’nun ilk sunuş yazısı
Genç biyologlar halkın GDOya bakışından rahatsız!
Değerli B&Ü okurları, öncelikle ilgi gösterip bu sayıyı aldığınız için teşekkür ederim. Bu sayı hakkındaki fikir ve görüşleriniz benim için çok önemli; çünkü zaman zaman makaleler gönderdiğim B&Ü’nın ilk defa kapak konusunun tamamının sorumluluğunu doğrudan sayının editörlüğünü üstlenerek aldım.
Bilim ve Ütopya’da sık sık evrim ile ilgili makaleler okuyorsunuz. Özellikle Evrim Ağacı grubunu kurarak Türkiye’de evrimsel biyolojinin geniş halk kitleleriyle buluşmasına öncülük eden Çağrı Mert Bakırcı ve arkadaşlarının B&Ü’deki yazılarını takip ediyorsanız evrim gerçeğinin dergide hak ettiği oranda yer bulduğunu göreceksiniz. İnsanın ve diğer canlıların türeyişindeki gizemler üzerine düşündükçe ve bilgilendikçe dünyadaki yerinizi daha gerçekçi ve isabetli bir şekilde belirleyebilecek, varoluş ile ilgili sorularınıza; mesela gerçekte kim olduğunuzun, ne yapmak istediğinizin ve yaşama amacınızın belirlenmesinde daha zengin bir bakış açısı geliştirebileceksiniz.
Genç biyologlar olarak evrim kuramının halkla buluşması için gösterdiğimiz çabaların sonuç verdiğini düşünüyor, şimdi benzer bir başarının GDOlar konusunda gösterilmesi için harekete geçme zorunluluğunu duyuyoruz. Evet, GDO düşmanlığına karşıyız ve büyük şirketlerden para aldığımız için değil, halkımıza karşı bilimciler olarak bilgimizi aktarma sorumluğumuz olduğu için yüksek sesle konuşuyoruz. Bu sayının hazırlanmasında emeği geçen kadromuzun tamamına yakını biyolog. GDO teknolojisini üreten biziz; o yüzden ne olduğunu en iyi bilenleriz. GDOyu bir de bizden dinleyin…
Bu sayıya pek çok akademisyen arkadaşımız ve hocamız gerek yazı göndererek, gerek gönderilen yazıların değerlendirme sürecinde, gerekse danışmanlık yaparak destek verdiler. Bize en yüksek desteği veren hocalarımızdan bir kaçını burada saymak istiyorum. Bunların arasında Prof.Selim Çetiner Hoca’nın yerini ayrı tutmam lazım. GDO konusunda bir otorite olan Selim Hoca, yaptığı çalışmalar ile biyologların bu alanda eğitiminde önemli rol oynayarak, GDO karşıtı çevrelerin saldırılarına karşı bir direniş hattı kurulmasına öncülük etmiştir. Hazırlık çalışmalarına geçen sene başladığımız kapak dosyamız, kendisinin yol göstericiliği olmasaydı mümkün olamazdı. Kendisine özel olarak teşekkür ediyorum. Aynı zamanda yüksek lisans tez danışmanlığımı yapmış olan, Yeditepe Üniversitesi Biyomühendislik bölümünü bir biyoteknoloji üssü haline getiren Prof.Fikrettin Şahin hem yol göstererek, hem motive ederek, hem de bir makale hazırlayarak bu sayıya katkıda bulundu. Kendisine çok teşekkürler. B&Ü yayım kurulu üyesi, Fizik profesörü olan Dr.Bekir Karaoğlu GDO konusunda profesyonel bilgi sahibi olmayan meraklı-akılcı bir insanın konuya nasıl yaklaştığının çok güzel bir örneğini sundu. Yine Alman Profesör Justus Wesseler Hoca bizi kırmayıp B&Üye özel olarak hazırladığı makalede AB ve Türkiye’deki biyogüvenlik yasalarını karşılaştırdı ve Türkiye’nin mevcut yasasında değişikliğe gitmesi gerektiğini ortaya koydu. Kendilerine teşekkürler. Bu sayıda belki Türkiye’de ilk defa, GDO ekiminin dünya standartlarıyla uyumlu yasalar çerçevesinde ekiminden yana ve karşıt görüşte olan iki bilimcinin görüşlerini tartışma formatında kağıda dökmeyi denedik. Bu tartışma taslağının oluşmasını mümkün kılan, zaman zaman anlaşmazlıklar görüldüğünde uzlaşmacı tavır almayı kabul ederek bizi zor durumdan kurtaran Dr.Oğuz Özdemir’e teşekkür ediyorum. Bu hocalarımız dışında yer darlığı nedeniyle tek tek sayamadığım değerli akademisyen meslektaşlarım ve hocalarıma da toplu olarak teşekkür ediyorum.
Araştırmayan, bilimsel bilgiye popüler düzeyde ulaşamayan, ulaşmayı önemsemeyen, korkularıyla hareket eden toplumlar şarlatanların oyuncağı olurlar. Atatürk de ‘en hakiki mürşit ilimdir’ derken yol gösterici olması gerekenin bilim olduğunun altını çizmiştir. Toplumun bilimsel bilgiyi yol gösterici olarak kabul edebilmesi biz bilimcilerin bilgimizi ne kadar başarılı ifade edebildiğimizle doğrudan orantılıdır. Bu bağlamda gelecekte gönüllü desteğiyle yürüyecek, halkımızı biyologlarla GDOlar hakkında buluşturmayı amaçlayan projeler tasarlıyoruz. Bu konuya ilgi duyarak bilgi almak isteyen okurlarımız bana ulaşabilirler. (Zinde Türkiye Bilim Editörü, Seçkin Eroğlu)
Tartışma
Katılımcılar:
Seçkin Eroğlu (Moleküler Bitki Beslenmesi Bölümü, IPK Gatersleben-Almanya )
Yrd.Doç.Dr.Oğuz Özdemir (Eğitim Fakültesi, Muğla Üniversitesi)
Prof.Dr.Selim Çetiner (Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Sabancı Üniversitesi)
Moderatör (Seçkin Eroğlu): Değerli hocalarım, tartışmamıza hoşgeldiniz. Amacımız GDO ‘ya farklı fikirlerle yaklaşan uzmanlarımızın görüşlerini sağlıklı bir şekilde ifade edebileceği ortamı burada oluşturmak. Bunu başarırsak okurlarımız konunun genel çerçevede nasıl tartışıldığına dair faydalı bir örnek görmüş olacaklar.
Öncelikle GDO konusunda yüksek çekinceleri olan sayın Oğuz Hocamızla başlayalım. Hocam, durduğunuz yeri netleştirmek açısından, siz modern genetik yöntemlerle besinlerin genetiklerinin değiştirilmesine toptan karşı mısınız? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Dr. Oğuz Özdemir: Sorunuzun yanıtına geçmeden önce kısa bir düzeltme yapmak isterim. Modern genetik yöntemlerle besinlerin değil, bu besinleri elde ettiğimiz canlıların genetikleri değiştiriliyor. Dolayısıyla, gıdaların genetiğinin değişimi yerinde bir tabir değil.
Modern biyoteknolojik uygulamalara, özelde ise bunun gıdadaki yansıması olan GDO’lara toptan “karşı” ya da “taraf” olmayı doğru bir yaklaşım olarak bulmuyorum. Maalesef, dünyada ve özellikle Türkiye’de böyle bir yanlışa düşülüyor. Bu nedenle, pozisyonumuz konunun hangi boyutu üzerinde durduğumuza göre değişebilir.
Sorunuzda ifade ettiğiniz gibi tarımsal üretim amaçlı GDO’ların yaygınlaşması konusunda ciddi çekincelerim var. Konuya yaklaşırken, AB’nin “ihtiyatlılık” prensibinin yol gösterici olması gerektiğini düşünüyorum. Kısaca, GDO’ların çok yönlü öngörülemeyen riskleri ortaya çıkıncaya kadar mesafeli durulmasının doğru bir yaklaşım olacağı kanısındayım. Bunda, GDO’ların insan-hayvan sağlığı ile sosyo-ekonomik alanda şu ana kadar anlaşılan olumsuz etkilerinin yanında, daha da önemlisi ileride öngörülemeyen telafisiz risklerinin büyük ölçüde payı var.
Bu nedenle, tartışmayı “taraf”- “karşıt” zıtlığı üzerinden yerine, konunun değişik açılardan ortaya konulmasına yönelik şekilde yürütmenin daha sağlıklı ve doğru olacağını düşünüyorum.
Prof.Dr.Selim Çetiner: Türkiye kamuoyunda GDO’lar konusunda olumsuz bir algı bulunduğu rahatça görülebiliyor. Bu olumsuz algının oluşmasında, GDO karşıtı sivil toplum kuruluşlarının başarılı kampanyaları, modern biyoteknoloji ve ürünleri hakkında uzmanlıkları olmadığı halde bu kampanyalara destek olan bir grup akademisyen ve tabii ki bunların gerçek dışı iddialarının basında geniş yer bulması önemli etkenlerdir. Bunlardan daha da önemlisi, Türkiye’de TÜBİTAK ve TÜBA gibi şemsiye kuruluşların GDO konusunu uzman bilim insanlarına hazırlatabilecekleri bir duruş belgesi hazırlatmaktan çekinerek konuya uzak bir tutum sergilemeleri, kamuoyunda bilim insanlarının GDO’lar konusunda ikiye ayrıldıkları algısını güçlendirmektedir.
Öte yandan, AB ülkeleri başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesindeki Ulusal Bilim Akademileri, TÜBİTAK dahil 117 bilimsel araştırma kuruluşunun şemsiye örgütü International Council for Science, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) gibi konuyla ilgili birçok uluslar arası kuruluş uzman bilim komiteleri maarifetiyle konumlarını belirlemiş ve özetle “modern biyoteknoloji ürünü GDOlar sürdürülebilir tarımsal üretim için önemli avantajlar sunmaktadır; her bir GDO birbirinden farklıdır ve ayrı ayrı bilimsel risk analizlerine tabi tutulmalıdır; uluslar arası kabul görmüş bilimsel risk analizlerinden geçerek üretim ve tüketimlerine onay verilmiş GDOlar en az konvansiyonel eşdeğeri ürünler kadar güvenlidir” demektedirler.
Ben de 27 yıldır tarımsal biyoteknoloji ve biyogüvenlik konularında çalışan bir bilim insanı olarak, GDO karşıtı grupların internet sayfalarında yer alan iddialardan çok bilimsel verilere dayalı olarak belirlenmiş olan ulasal ve uluslar arası bilim kurumlarının görüşünü benimsiyor ve savunuyorum.
Moderatör: Geliştirilen her yeni teknoloji yeni sorunları beraberinde getirmez mi? Mesela tarımı geliştirip yerleşik hayata geçtik; daha önce ete dayalı beslenirken sorun olmayan demir eksikliğine bağlı kansızlık, şeker tüketiminin artışına bağlı obezite ve diş çürümeleri gibi yeni sağlık problemleriyle karşılaştık. Bu bağlamda düşündüğümüzde GDO teknolojisini edinip, gündelik hayatta kullanıma açmaya çeşitli problemlere yol açacağı endişesiyle karşı çıkmak ne kadar anlamlı? GDO ürünlere tümden karşı çıkan yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özdemir: Daha önce ifade ettiğim gibi GDO konusunun modern biyoteknolojik uygulamalarından biri olarak ele alıp ona göre pozisyon belirlemek gerekiyor. Bu açıdan, gen teknolojisi işlemleriyle canlıların genetik yapıları üzerinde değişik amaçlarla oynanabiliyor. Bunlar arasında, çevre kirliliğinin temizlenmesi, tekstil, tıbbı tanı ve teşhis v.b. insanlığa büyük fırsatlar sunacak alanlar var. Kuşkusuz, AR-GE olarak gen teknolojisine yapılan yatırımlar ve bu yönde yapılacak araştırmalar, canlı genetiğinin bilinmeyen yönlerinin anlaşılması ve bu bağlamda bazı kalıcı problemlerin çözülebilmesi açısından da önemli bir potansiyel taşımaktadır.
Gen teknolojisinin yukarıda özetlemeye çalıştığım kullanım alanlarına karşı çıkmak, dolayısıyla bu bağlamda GDO’ları toptan yadsımak ne bilimsel, ne de rasyonel bir yaklaşım olur. Ancak, konu tarımsal amaçlı GDO’lara gelince madalyonun diğer yüzüyle karşı karşıya kalıyoruz. Bunlardan ilki, çok uluslu biyoteknolojik tarımın ulusal tarım sistemleri üzerinde yaratacağı tahribat. İkincisi, gıda olarak GDO’ların tüketilmesinin insan sağlığı üzerinde yol açabileceği olumsuz etkiler. Üçüncüsü ise, GDO canlılardan çevreye gen bulaşmasına bağlı ortaya çıkabilecek çevresel riskler.
Çetiner: Tabii ki her yeni teknoloji gibi modern biyoteknoloji ürünlerinin de olumlu ve olumsuz etkileri olabilir. Ancak burada yine her teknoloji gibi biyoteknolojinin de bizzat kendisinin “nötral” olması yani olumlu ya da olumsuz etkilerinin kullanım şekline bağlı olarak ortaya çıkabileceğinin hatırlatılması gerekir. Nitekim, modern biyoteknoloji ürünü GDO’lar sağlık alanında da tarım alanında da bir dizi ulusal ve uluslar arası risk analizlerine tabi tutulmakta, ancak bu bilimsel risk analizleri sonucu üretilip kullanılmalarına izin verilmektedir.
Tarımsal üretim amacıyla geliştirilen GDO’lar da insan sağlığı ve çevre açısından oluşabilecek olası olumsuz etkileri uluslar arası standartlara uygun olarak bilimsel risk analizlerine tabi tutulmaktadır. Yıllarca süren ve milyonlarca dolar tutan bu bilmsel risk analizi sonuçları, ilgili ülke ya da ülkelerin bağımsız bilim kurulları tarafından incelenerek üretilmelerine, yem ve gıda amaçlı tüketimine izin verilmektedir. Nitekim, dünyanın en sıkı biyogüvenlik mevzuatına sahip AB ülkelerinde bugün itibariyle 50 GDO hayvan yemi ve insan gıdası amacıyla tüketilmek üzere onay almış bulunmaktadır. Ayrıca, son 17 yıldır üretim ve tüketimlerine izin verilmiş bulunan GDOların çevre ve insan sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisi rapor edilmemiştir.
Moderatör: Şimdi genel çerçeveyi konuştuğumuza göre Oğuz Hoca’nın bahsettiği çekinceleri daha etraflı ele alalım. Ulusal tarım endüstrimiz dünya çapında GDO teknolojisinin yaygınlaşmasından nasıl etkilendi? Dünya çapında Türkiye ve Türkiye ile tarımsal üretim açısından benzer ülkeler GDO teknolojisinin yaygınlaşmasının kendi ekonomilerinde yaratacağı tahribatı önlemek üzere hangi stratejileri geliştirdiler veya geliştirmeliler?
Özdemir: Yönelttiğiniz soru oldukça can alıcı. Maalesef, biyoteknolojik tarımın Türkiye’ye girmesinin ulusal tarımımızı nasıl etkilediğine ilişkin elimize yeterince veri yok. Bu, büyük ölçüde 2000’li yılların başından bu yana kontrolsüz ve legal olmayan yollardan Türkiye’ye girdiği bilinen GDO’lar hakkında yeterince bilgi sahibi olunmamasından kaynaklanıyor. Nitekim, ilgili resmi kurumlar (Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı) halen günümüze kadar Türkiye’de GDO tarımının yapıldığını kabul etmiyor. Hal böyle olunca, GDO’ların Türkiye’de tarımının ulusal tarım sistemi ve üreticiler üzerinde etkisini tam olarak anlayabileceğimiz veriden yoksun kalıyoruz.
Ancak, uzun süre önce biyoteknolojik tarıma resmi olarak geçmiş olan Brezilya, Arjantin, Hindistan vb. ülkelerdeki çiftçilerin geçirmiş olduğu deneyim bize yeterince yol göstermektedir. Bu alanda yapılan araştırmalardan V. Shiva’nın “Çalınmış Hasat” isimli kitabında, Hindistan’da GDO soyanın tarımına geçişin yerel tarım sistemleri üzerindeki yıkıcı etkisi çarpıcı şekilde ortaya konuyor. Burada en somut olan durum, başlangıçta zirai ilaç tüketimini azaltan GDO tarımının zamanla daha fazla ilaç kullanılmasına yol açması, dolayısıyla önce artan ürün veriminin daha sonra dramatik şekilde azalması. Kısaca, sözünü ettiğim ülkelerde yaklaşık 15-20 yıllık deneyim, aslında çok uluslu şirketlerin ve bazı bilim çevrelerinin iddia ettiği gibi GDO tarımının ürün verimini kalıcı şekilde artıramadığı gibi, tekelci pazar yapısından ve biyoteknolojik tarımın tek tipleştirici etkisi yüzünden yerel tarım sistemlerinin çöküşe sürüklendiğini açıkça göstermektedir. Kısaca, GDO tarımına geçen ülkelerin hazırlıksız yakalandıklarını ve umduklarını bulamadıklarını görmekteyiz. Ülkelerin çıkış yolu bulmaları, büyük ölçüde ulusal tarım sistemlerini güçlendirecek daha sürdürülebilir stratejileri ne ölçüde izleyebileceklerine bağlı.
Çetiner: GDO’ların ulusal kaynaklarla geliştirilebilmesi ve tarımsal üretimde yararlanılabilmesi için Brezilya’da sosyalist Lula hükümeti tarafından izlenen akılcı politikalar izlenebilir. Brezilya’da bunun için öncelikle bilimsel esaslara dayalı bir biyogüvenlik mevzuatı oluşturulmuş ve ulusal tarımsal biyoteknoloji araştırmalarını yürüten EMBRAPA desteklenerek çok uluslu şirketlerle rekabet edecek transgenik ürünler geliştirilmiştir.
İddia edilenin aksine Türkiye’de hiçbir zaman GDOların tarımsal üretimde kullanımı söz konusu olmadı. Bu konuda, TÜBİTAK desteğiyle benim bizzat yürüttüğüm saha araştırmaları ve laboratuvar analizleri de bu yönde bir üretimin yapılmadığını açık olarak ortaya koymuştur. Bununla beraber, GDO’ların hayvan yemi üretimi amacıyla ithali 1997 yılından beri devam ederek 2010 yılında yürürlüğe giren Biyogüvenlik Kanunu ile de değişmemiştir.
GDO üretiminin başlamasıyla zirai ilaç kullanımının arttığı iddiası gerçeği yansıtmaz. Zirai ilaçlar pestisit ve herbisit olarak ikiye ayrılır. Glifozat isimli herbisite dayanıklı gdo soyanın ekim alanlarının artmasıyla glifozat herbisiti kullanımı tabii ki artmıştır. Bu herbisit istenmeyen otları yok ederek tarlada yalnız soya bitkisinin kalması için kullanılır. Buna karşın glifozat dışındaki diğer herbisitlerin ve pestisitlerin kullanımı ise azalmıştır. Mesela son 16 yıl içerisinde dünyada pestisit kullanımı 474 ton azalmıştır; bu azalmadan Hindistan, Pakistan ve Çin gibi gelişmekte olan ülkeler de nasibini almıştır.
GDO tarımına geçen ülkelerin yaşadığı iddia edilen zararlar bu konudaki genel kanıyı yansıtmaz, V.Shiva da kendisi biyoloji, ziraat veya benzer ilgili bir alanda eğitim almamış olup konunun bilimsel otoritesi değildir. GDO verimi arttırmıyor hatta azaltıyor iddiası doğruysa, buralarda çiftçilerin bile bile GDO kullanımına artan oranlarda devam etmesi pek akıllıca olmazdı değil mi?
Moderatör: Oğuz Hocam, bu aşamada başka konuya atlamadan bu iddiaları ve Selim Hoca’nın eleştirilerini değerlendirip açalım. Sizin bildirdiğiniz Türkiye’de on küsur yıldır illegal olarak GDO tarımının yapıldığı bilgisinin bilimsel dayanağı nedir?
Özdemir: Biyogüvenlik kanununun yürürlüğe girmesine kadar geçen sürede GDO tohumlarının Türkiye’ye girmediği ve ekiminin yapılmadığı görüşü ne yaşanan deneyimle örtüşüyor, ne de bilimsel bulgulara dayanıyor. Türkiye’de ekimi yapılan ürünlerde GDO varlığının tespitine yönelik yeterince bilimsel bulgu olmamakla beraber, 1990’lı yılların ortalarından itibaren dünyada hızla yaygınlaşan mısır, soya, çeltik vb. GDO tohumlarının Biyogüvenlik Kanunu’nun 2010 yılında yürürlüğe girdiği zamana kadar denetimsiz yani “de fakto” şekilde Türkiye’ye girdiğini ve ekiminin yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, 2007 yılında Türkiye çapında yaptığımız tüketici kamuoyu araştırması sonucunda tüketicilerin büyük çoğunluğunda Türkiye’de GDO’ların ekiminin yaygın şekilde yapıldığı kanaatinin hakim olduğunu tespit etmiştik. Kuşkusuz, durumun bilimsel şekilde ortaya çıkabilmesi için, Türkiye çapında geniş kapsamlı envanter çalışmasına ihtiyaç var.
Moderatör: Hocam, GDO kullanımında yalnızca ilgili pestisit kullanımı artsa bile toplam zirai ilaç tüketiminin düştüğü görüşünü nasıl karşılıyorsunuz? Bir de hakikaten verim düşüyor, kârlılık azalıyorsa GDO ürün ekimi dünya çapında neden artıyor?
Özdemir: Ekolojik süreçler ve tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin tekelci ve toptancı pazarlama stratejileri göz önüne alındığında, GDO’ların tarımının zirai ilaçların kullanımının artmasına yol açmasını oldukça beklenen bir sonuç olarak görüyorum. Bu durumu, bakterilerin antibiyotik kullanımına karşı direnç kazanmasına benzeterek açıklayabiliriz. Aynı şekilde, yabani otların zamanla Bt toksini üreten GDO’lara karşı dirençli hale geldiğini, bunun da daha fazla ilaç kullanımını kaçınılmaz kıldığını görmekteyiz. Bu ilişki biçimini, diğer durumlar için de genellemek mümkün.
Şayet GDO’ların tarımsal üretimi verimi artırmıyorsa neden yaygınlaşıyor’ sorusunu yanıtlayabilmek için ‘verimlilik ve karlılık’ hesabının nasıl yapıldığı üzerinde durmak gerekir. Kısa vadeli mi, yoksa orta ve daha uzun vadeli mi? Çevresel ve sosyo-ekonomik maliyetlerin hesaba katılıp katılmadığı… Son olarak, kimlerin karlı çıktığı: Üreticiler mi, yoksa transgenik teknolojiyi pazarlayan firmalar mı? Ekolojik ve sosyal maliyetlerin dikkate alınmadığı verimlilik ve karlılık değerlendirmesini açıkçası gerçekçi ve doğru bulmuyorum. Bu bağlamda, GDO’ların Dünya’da gittikçe yaygınlaşmasını, yerel üreticilerin yoksullaşması ve ekosistemlerin tahrip olması pahasına çok uluslu firmaların karlı çıkmaları ile açıklayabiliriz.
Moderatör: Maalesef tartışmamızı burada noktalamak zorunda kaldık. GDO konusunda kısa da olsa düzeyli bir tartışma örneğini yansıtabildiğimizi umuyoruz.
İlgili yazılar:
1) Yerseniz…
2) Tarımsal biyoteknoloji ürünleri konusunda dünyada ve Türkiye’de risk algısı
3) GDO’ya kulağımızı kapatabilir miyiz?
4) GDO’lar hakkında yanlış bilinenler
5) Altın Pirinç’in ayarı kaç?
6)