Aşağıda okuyacağınız söyleşi, BodyTR ismiyle yayın yaptığımızda ve 2011 senesinde gerçekleştirilmişti. Ancak o tam yayınlanacağı sırada söyleşiyi veren sporcumuz yayınlanmasını istemediğini söylemişti. Aradan geçen yaklaşık 15 yılda, böyle bir söyleşinin yayınlanmasının faydalı olacağını düşündük ve arşivimizdeki bu söyleşiyi, söyleşiyi veren sporcumuzun ismini değiştirerek ve onun kimliğini ele verecek bilgileri çıkartarak yayımlamaya karar verdik. Kendisinden “X” diye bahsedeceğiz. Her yaştan sporculara ilham vermesi dileğiyle (Zinde Türkiye, 2025).

Bayan fitness eğitmeni ve şampiyon sporcu X ile yaptığımız söyleşi. Body-fitness kategorisindeki şampiyonluklarıyla ismini duyuran tam bir spor âşığı ve hem alaylı hem de mektepli bir spor eğitmeni. Onun deneyimlerinin ise hepimiz için ilham verici olduğunu düşünüyoruz ve bu keyifli söyleşiyle sizleri baş başa bırakıyoruz.
Sporla Dans
Söyleyişi yapan: İlşad ÖZKAN
Söyleşi Tarihi: Haziran 2011
Buradaki söyleşinin neredeyse yarısı kırpılmış ve yayınlanmamıştır ancak mümkün olan en uzun şekliyle yayınlanmıştır. Eğer esaslı bir Zinde Türkiye okuruysanız bu söyleşinin çıktısını alıp uygun olduğunuz ilk pazar günü arkanıza yaslanarak kitap gibi okuyacağınızı düşünüyorum. Eğer dergimizle yeni tanışıyorsanız ara başlıklara göz atarak ilginizi çeken yerlerle yetinebilirsiniz. Söyleşinin bu kadar uzun olmasının sebebi ise elbette benim acemiliğim, kusuruma bakmamanızı umarım.
Sporla tanışıklığın nasıl oldu?
Fitness için mi soruyorsun bunu, genel olarak mı?
Genel olarak. Yani kaç yaşında, nasıl başladın?
O zaman ben de şöyle genel bir cevap vereyim buna; ben 33 yaşındayım şu an, yaşımdan dolayı biraz şanslı hissediyorum kendimi. Hani çok kritik bir cevap olacak belki ama benim yaş dönemimde bütün arkadaşlar sokakta voleybol oynardık, basketbol oynardık, futbol oynardık ve bunları kuralına göre oynardık. Yani sporla iç içeydik. Akşam hava kararana kadar oyun oynardık. Onun dışında beden eğitimi dersleri de bizim zamanımızda çok daha aktifti. Şimdiki gibi serbest bırakılmazdık; hani ilkokul döneminde bir atletizm bir basketbol ya da işte bu erkeklerin şimdi lisede bile atlayamadıkları yedili kasadan atlardık biz. Serbest jimnastiği de görmüştük o dönemde. Bunun dışında gerçek anlamda sporla tanışmam çok küçük yaşlarda değil, ortaokulda oldu.
Ortaokulda olduğunu söyledin, ciddi olarak başlamanı böyle anlıyorum. Öncesinde okuldaki eğitim sebebiyle bir hazırlık vardı. Daha sonra daha profesyonel bir şekilde başladın. Doğru mu anlamışım?
Evet, doğru. Yani jimnastik yaptım, voleybol oynadım, basketbol oynadım… Sonradan kickboks da yaptım.
Sırasıyla nasıldı bunlar. Sıralı mı saydın şu anda yoksa aklına gelenleri mi saydın?
Şu an sıralı saydım bunları. Badminton oynadım, 7 yıl hem hakemlik yaptım hem sporculuk yaptım. Dağcılık yaptım lisanslı olarak yine, bunun eğitmenliğini de yaptım. Fitness yaptım, modern dans yaptım, klasik bale yaptım. Bir üniversitede akademik olarak eğitimini de aldım bunun.
“Atletizm Antrenmanında Kullandığım Halter Sayesinde Vücut Geliştirmeyle Tanıştım“
Aslında yapmadığın sporları sorsam daha kısa bir cevap verebilirmişsin.
Evet. Ama bunların hepsi tabii amatör olarak oldu ama lisanslı oldu. Hemen hemen hepsinde de derecelerim var, Türkiye derecelerim. Vücut geliştirmeye de nasıl başladım dersen, 96 yılında tekvando ve atletizm yapıyordum. Atletizmde çok başarılı olmadığımı fark ettim zaten, 3 yıl kadar atletizm yaptım. Hocam bizi daha güçlenmemiz için bir ağırlık antrenmanına aldı. Sırtıma ilk 20 kiloluk bir bar koymuştum, ilk o zaman tanıştım. O ağırlıkta benden squat yapmamı istedi. Yere çömeldim ve kalkamadım, bacaklarımda sırtımda inanılmaz bir yük hissettim. O zaman biraz da şey bakmıştım, gerek var mı bunlara diye bakmıştım, yaşım da küçük olduğundan dolayı. Sonra step-aerobikle tanıştım ve sonra kısa dönemde hocalığını yapmaya başladım. Step-aerobik yaptığım fitness salonunda ağırlık çalışan erkekleri görüyordum, ne kadar zayıf olduğumu fark ettim, o zaman da çok zayıftım 43 kiloydum.
Gayet güzel ve bence böyle daha iyi.
Sonra erkeklere bakıyordum hani çok ağır antrenmanlar yapıyorlardı ama hepsi de şeydi, şimdi bizim bulk dediğimiz gibi geziyorlardı, profesyonel ya da amatör olarak yapmıyorlardı yani yarışmacı kimliğiyle yapmıyorlardı. Sonra ben de kendimi güçlendirmek adına, işte basketbolda sıçrayışlarım daha iyi olsun, tekvandoda devamlılığım çok yoktu, çok ağır antrenmanlarda, devamlılığımı arttırmak için yapmayı düşündüm. Elime bir kitap geçti, daha doğrusu Özer Hoca’nın, Özer Baysaling’in kitabında atletler için, basketbolcular için kısa kısa antrenman örnekleri vardı. Onları yapmaya başladım ve güçlendiğimi, antrenmanda devamlılığımı geliştirdiğimi fark ettim. Sonra hocalık yapmaya başladım. Ama 2005 yılında antrenörlük yaparken bana hocam sen niye yarışmalara katılmıyorsun demeye başladılar. Açıkçası öyle başladım.
Peki şunu merak ediyorum, şimdi söylerken ifade ettin, dedin ki erkeklerin çok ağır çalıştığını fark ettim. Böyle bir geçiş olduğunu söyledin, yani onların daha rahat kaldırdığını falan fark edince galiba bir ilgi oldu, ben de yapabilir miyim diye düşündün? Bu çok kadınlarda görmeye alıştığımız bir şey değil. Kadınlar “erkek işi” olarak bakıyor biraz. Sende ağırlık kaldırmaya, vücut geliştirmeye ciddi olarak başlamanı sağlayan psikoljik etkenler neydi, fark edebildiklerin nelerdi?
Ben ilk olarak bodybuilding düşüncesiyle başlamadım. Ben de böyle ağır kaslı erkeklere bakınca ne gereği var diye düşünürdüm açıkçası ve herkes kas geliştirme merakındaydı, dar tişört giyeyim, sokakta gezeyim. Ama diğer sporlardan aldığım disiplin ve kültürden dolayı ben bu şekilde bakmadım. Kendimde bu antrenmanı uygulayarak, daha hafif kilolarda çalışıyordum, zaten bodybuilding yapmıyordum, diğer sporlardaki eksikliklerimi tamamlamak amacıyla yapıyordum bu sporu. Zaten vücut geliştirme ve atletizm bütün sporların atasıdır, bunu da zamanla öğrendim. Sonra vücut alıştıkça daha fazlasını istemeye başladı. İşte beslenme alışkanlığın değişti, yanlış beslendiğimi, yanlış antrenman yaptığımı öğrendim. Yaparak, deneyerek öğrendim daha çok bunu. Sonra kaslanmaya başlayınca dedim hadi ben de düşüneyim.
Yani önceden verilmiş bir karar gibi değil de, vücudun cevap verdiğini görünce hadi ben de yapayım der gibi?
Evet, biraz öyle bir de şey, hani ağırlık salonlarında çalışıldığı zaman body yapılır, bodybuilding yapılır. Hani böyle kaba bir tabirle badici dedim ya, bu işin öyle olmadığını gördüm. Zaten ilk yarışmaya katıldığımda da fitness’cı olarak katıldım ilk yarışmaya, fitness branşında katıldım. Hani çok fazla bir kas kütlesi istemiyorlardı, iki dakika müzik eşliğinde akrobasi hareketlerimiz vardı bizim, koreografi hazırlıyorduk. Daha sonrasında biraz daha geliştirdim kendimi, hani böyle fitness’da gireyim dedim, zaten body-fitness’da da şu an kurallarımız değişti, T yürüyüşlerimiz başladı. Daha fazla zarafet istiyorlar, tamam kaslı kütle istiyorlar ama daha bir zarif bayan istiyorlar, yani “hard body” istemiyorlar.
Bu branşı Amerika’da yapanları görüyoruz, bayan vücut geliştirme branşında ciddi bir kas kütlesi var ve senin branşının farkını da bu şekilde okurlarımıza söylemiş olalım. Sen ister istemez sıkı çalışıyordun, önceki sporcu geçmişin sebebiyle de yatkınlığın vardı, bu muhakkak sana bakılınca da bir derece belli oluyordu ama çalıştığın salondaki diğer kadın ve erkekler sana nasıl bakıyorlardı, aranızda diyalog oluyor muydu? Ne tür şeyler söylüyorlardı sana, şaşırıyorlar mıydı, ne düşünüyorlardı ilk dönemler ?
Zaten son birkaç yıla kadar ben de hani nasıl diyeyim fit bir görünümdeydim ama birkaç yıl içinde kaslanmaya başladım, o dönem fitness hocalığı yaparken spor salonuna gelen üyeler genelde hep “zayıflamak istiyorum ama senin gibi olmak istemiyorum, çok zayıfsın” diyorlardı. İşte hafif bir kas kütlem olduğu zaman, senin kadar kaslı olmak istemiyorum demeye başladılar sonra. Ama hep imrenerek bakıyorlar, yani her zaman imrenerek bakıyorlar.
Şimdi bazı kadınlarda gerçekten kaslı olmaya karşı bir eğilim olduğu tartışılmaz, bu herhangi evinde olan bir ev hanımı da olabilir, bir başka meslek sahibi de olabilir. Zaten bunu halihazırda yapanlar var, senin daha iyi bildiğin gibi profesyonel vücut geliştirme sporcusu kadınlar var. Şimdi onlara baktığı zaman bu sana kıyasla çok daha fazla, body-fitness değil de çok fazla kas kütlesi koyan kadınlara baktığın zaman neler düşünüyorsun peki, tasvip ediyor musun sen? Federasyonun, jürilerin görüşü değil de sana sorsalar, senin içinden geçen gerçek düşünce nedir? O kadar kas kütlesi olmalı mı, bunda bir yanlışlık var mı yok mu, iyi mi kötü mü? Onun hakkında ne düşünüyorsun?
Şimdi ben bu sporla tanıştığım dönemi anlatacak olursam 96 yılında tanıştım, hani spor salonlarının duvarlarında hep Mr. Olympia’ların fotoğraflarını görürdüm ya da fitness’cı bayanların, yarışmacıların fotoğraflarını görürdüm ve hayretle bakardım ve nasıl diyeyim, birazcık da olsun imrenerek bakardım. Çünkü bu bizim sokakta ya da işte yaz tatilinde fit olmak amacıyla yaptığımız bir branş değil, her ne kadar olimpik spor olmasa da profesyonelce yapılması gereken bir spor olarak görüyoruz. Dünya şampiyonası, Avrupa şampinyonası düzenlenen bir branş. Kas kütlesi almak sonunda evet, yani yarışmacı olarak düşünürsek buna en iyi şekilde hazırlanılmak zorunda. En hacimli değil, anatomik yapısının düzgün olması gerekiyor, vücut orantısının düzgün olması gerekiyor, eğer bir kaslanma söz konusu olacaksa bunu orantılı bir şekilde yaymak zorunda. Bu çok zor bir iş. Ben hiçbir zaman öyle olamayacağımı düşünürdüm ama son yıllara baktığımız zaman her şeyden, birçok şeyden feragat edilip çok disiplinli bir şekilde hazırlanıldığı zaman, bizim de yapabileceğimiz bir branşmış. Türkiye adına söylüyorum bunu. Bizim de diğer ülkelerden geri kalmamızın bir anlamı yok. Hoşuma da gidiyor açıkçası, spor olarak yapıyorsak evet, en iyisi olunması gerekiyor.
Peki şöyle söyleyeyim, spor olarak yapıyorsak evet dedin. Ben daha önce bu konu hakkında bir şey yazmadım ama zaman zaman da aklıma yazsam mı yazmasam mı diye geliyor. Açıkçası vücut geliştirmenin diğer sporlardan çok farklı olduğu aşikâr. Sen atletizmden gelen biri olarak bunu iyi fark etmişsindir. Şimdi atletizm yarışmaları esnasında bir performansa bakılıyor. Yani yarışma pistte yapılıyor ve oradaki sonuçlar çok ufak tefek şeylere de bağlı olabiliyor. Fakat vücut geliştirmede böyle bir şey yok. Bunun için kimileri vücut geliştirmeyi bir branş olarak kabul etmiyor. Tabii devlet bunu resmiyette kabul ediyor, modern ülkeler de bunu resmiyette kabul ediliyor ama her zaman ayrı bir yeri var gibi. Sen sporda vücut geliştirmeyi, profesyonel vücut geliştirmeyi, diğer sporların destekleyici olarak değil de tek başına ele aldığın zaman nereye koyuyorsun?
Nereye koyuyorum derken, tam olarak ne ifade etmek istediğini anlamadım?
Yani bir spor branşı mıdır yoksa daha mı farklı bir şeydir?
Tabii ki bir spor branşı! Sporların atası dediğim zaman atletizm ve vücut geliştirmeyi saydım. Hangi branşı yapıyorsanız yapın, kaç yaş olursanız olun –tabii bunu 16’dan küçük yaş grupları için söylemiyorum– cinsiyet ne olursa olsun vücut geliştirme yapılmak zorunda. O kas grubunu, yani işte antrenmanda devamlılık mı, çabuk kuvvet mi, patlayıcı mı, reaksiyon mu… Tüm bunlar için yapılmak zorunda. Bunların dışında da tabii ki başlı başına bir branş. Bu da olmak zorunda. Ancak gereken önem verilmediği ve olimpik olmadığımız için o kadar, ne diyeyim, hak ettiği yeri bulamıyor maalesef.
Beden Eğitimi Antrenörü, Antrenör, Profesyonel Sporcu
Peki biraz başka konulara geçelim, tekrar spora döneriz. Esas mesleğin nedir?
Beden eğitimi öğretmeniyim ben. Beden eğitimi öğretmenliği ve fitness antrenörlüğü yapıyorum özel bir spor salonunda, kulüpte.
Peki sorun olmuyor mu? Mesai saatleri zaten öğretmenlerin günlerini dolduruyor diye biliyorum, üstüne bir de antrenörlük yapıyorsun. Peki hangi saatlerinde kendi antrenmanlarını yapıyorsun?
Okulda tam zamanlı çalışmıyorum, yarım zamanlı çalışıyorum. Beden eğitimi derslerine girmek derken özel okulda çalıştığımı söylemeliyim, çünkü kulüp saatlerimiz var bizim, ritmik jimnastik çalıştırıyorum. Modern dans kulübüm var, lise son sınıflara. Bunları yapıyorum. Yani bunları dağıtıyorum kulüp olarak, onun dışında özel spor salonlarında çalışıyorum. Ha, antrenmana zamanım kalıyor mu? Keşke diğer arkadaşlara verilen önem bu branşa da verilse de biz de bundan para kazanabilsek de sadece antrenman ve vücut geliştirmeye odaklanabilsem.
İnşallah bir gün o günleri de görürüz ölmeden, yaşarken. Peki, öğrencilerinle aran nasıl? İyi bir öğretmen misin sence? Onları ne kadar, ne derece, hangi sporlara yönlendiriyorsun?
Bence çok iyi bir öğretmenim (gülüyor). Mütevazı olamayacağım bu konuda. Çünkü ben devlet okulu mezunuyum, ben de çok isterdim özel okulda okumayı ama maalesef babam devlet memuruydu. Yani devlet okulunda hani, ilkokulda 30 küsur kişilik sınıflarda, lisede –maalesef bunu söylerken hep utanmışımdır– 86 kişilik bir sınıfta okudum ve mezun oldum lisedeyken de. Eğitim nasıldı? Yani hep kendimi ablalarımın ya da ağabeylerimin okuduğu kitapları okuyarak yetiştirdim ve geliştirdim. Bir tarih dersine girdiğimiz zaman şu sayfadan şu sayfaya kadar okuyun diye ödev verilirdi. Bir sonraki hafta kimler okudu, sözlü yapacağım ve öğreneceğim derdi, yani hiçbir zaman bize gerçek bir eğitim verilmedi. Hani lisede de artık herkes rapor almaya başlamıştı, beden eğitimi, müzik, resim, bunların hiçbir önemi kalmamıştı neredeyse. Derslerimiz boş geçer olmuştu. Bunu hissettiğim zaman, hayatımda bunun eksikliğini hissettiğim zaman zaten amatör de olsa spora yöneldim, kulüplere yöneldim.
“Çocuklar Zıplamayı Bile Bilmiyorken…“
Peki kendi öğrencilerini, şimdi en azından mesleki anlamda anladığım kadarıyla duygusal olarak da onlara bir şeyler katabiliyorsun. Meslek anlamında da işini iyi bilen biri olarak, profesyonel sporcu geçmişi olan ve hâlen profesyonelce spora devam eden biri olarak onlara çok güvenli bir çalışma ortamı sunduğun ve güvenli bir biçimde çalıştırdığına kuşku yok.
Bir ilköğretim 1. kademeyse bu çocuklara tabii ki ilk olarak kavramları öğretiyoruz ama mesela çocuğa bir sıçramayı gösteriyoruz, bakıyoruz ki hazır bulunuşlukları maalesef yok çocukların. Bunu nasıl sağlıyoruz? Mesela sıçramayı gösterirken çocuklar dümdüz sıçrayıp dümdüz iniyor ve diz kapaklarına inanılmaz bir zarar veriyorlar, bir süre sonra travma oluyor. Ama bir basketbolda bir şutu attığınız zaman ne yapıyorsunuz; dizlerinizi büküyorsunuz, şutu atıyorsunuz ve tekrar dizlerinizi bükerek düşüyorsunuz. O sıçrama basketbolda da aynıdır, klasik balede de aynıdır, modern dansta da aynıdır, jimnastikte de aynıdır. Ben çocuklara bunu öğretiyorum. Neden yapmamaları gerektiğini ve neden yapmaları gerektiğini öğretiyorum. Yaş grupları biraz daha ilerlediği zaman onlara kesinlikle arkadaş gözüyle davranıyorum. Ne kadar samimi olursam, onlara karşı ne kadar verici olursam, dışarıda bana arkadaş gibi davransalar da derste aniden hazır ola geçen, saygı gösteren bir öğretmene dönüşüyorum. Mesela kulüp derslerine giriyorum, izcilik de veriyorum çocuklara, hani izciliğe baktığını zaman cumhuriyetin kuruluşundan beri Atatürk’ün önderliğinde yapılan bir şey. İzcilikte de bir yolunu bulup çocuklara bir şey öğretiyorum, ilkyardım öğretiyorum. Düştüğü zaman bacağını yaraladığı zaman velisini aramak zorunda kaldığımız öğrenciler, hemen şimdi buzdolabından gidip, bir buz torbası alıp arkadaşlarının dizine koyabiliyorlar. Bunları öğrenebiliyor çocuklar.
“Okullarda Beden Eğitimine Gereken Önem Verilmiyor“
Peki okullarda yani daha doğrusu aileden itibaren sence egzersiz eğitimi spor eğitimi bilinçli olarak ne zaman verilmeye başlanmalı ve bir şey daha sormak istiyorum: Sen bu işin okulunu okumuş, şimdi de ilköğretim ve daha ileri derecelerde çocuklara bu konuda öğretmenlik yapan biri olarak, gerçi devlet okulu değil ama, devletin politikasını spor eğitimi konusunda nasıl buluyorsun? Sence olumlu tarafları neler, geliştirilmesi gereken tarafları neler?
Beden eğitimi derslerinin mi?
Genel olarak. Hem spor eğitiminin, Hem de beden eğitimi derslerinin tabii ki.
Şimdi bazı okullar şöyle bakıyor, yani eleştirmeyeceğim ama durum maalesef çok vahim ve ortada. Neredeyse beden eğitimi derslerinin kaldırılması düşünülüyordu. En büyük eksiklik ilköğretimde mesela beden eğitimi öğretmeni girmiyor, sınıf öğretmenleri giriyor. Biraz yağ satarım bal satarım oynatıyorlar, sonra topu eline verip bırakıyorlar, çocuk hiçbir şey öğrenmiyor. Hâlbuki akademiden söz ettik, beden eğitiminde öğrendiğimiz bir ders vardır, yetenek seçimi diye bir ders. Çocuğa baktığın zaman duruşundan itibaren, hareketlerinden itibaren, ki derslerde zaten birçok aktiviteler yapıp bunu görebiliyoruz. Çocuğun yeteneği hangi branşa yönelikse hangi branşı daha iyi yapabilecekse profesyonel anlamda, bu yönde seçiyoruz çocukları ve mutlaka velileri bilgilendiriyoruz. Jimnastik yapsın diyoruz, atletizm yapsın diyoruz ya da haltere yönlendirin diyoruz. Çünkü profesyonel yapacaksa birçok branşın başlama 5 ila 12 yaş arasında.
Peki devlet okullarında da sence bu hassasiyet ve yönlendirme olmalı mı?
Devlet okullarında da olmalı. Eğitimin ilkelerinde şu vardır, fırsat eşitliği vardır; çocuk kaç yaşında olursa olsun, nereli olursa olsun, özel ya da devlet okulunda okusun fark etmez. Doğudan batıya kadar herkes eşit eğitim görebilmelidir.
“Çalıştığım Okul Sporsal Faaliyetlerin Öneminin Farkına Vardı“
Anladım. Eminim herkes aynı dileği taşıyordur.
İnşallah. Tabii bu okuldaki hocaya da bağlı, müdüre de bağlı. Devlet ya da özel diye ayırmayacağım. Şu an çalıştığım okulda 2003 yılından beri çalışıyorum. Okul müdürüm okulun sahibi aynı zamanda ve aram çok iyi onlarla. Şu yüzden çok iyi, bir örnek vereyim: Lise son sınıfların beden eğitimi dersine girmiştim bir dönem, bir hocamız yurt dışına çıkınca onun yerine derslere girdim. O günlerde çocuklardan birkaçı toplanıp müdüre beni şikâyet etmişler, “Asker talimi gibi ders yaptırıyor” diye. Müdür beni çağırdı yanına; bu çocuklar üniversite sınavına hazırlanıyor ya, hayatta şu an her şey bir kenara, üniversite sınavı çok önemli ya, şey dedi bana, “Çocukları bu kadar yormasan?”, ben de peki dedim, diyelim ben bir matematik öğretmeniyim, çocukların kapasitesini aynı şekilde zorlayıp onlara bir şeyler vermeye çalışsam, düşünceniz değişecek miydi, çocukların tek ihtiyacı olan matematik midir dedim. Döndü ve bana şey dedi, “Seninle tartışmayacağım, ne biliyorsan kaldığın yerden yapmaya devam et” ve ondan sonraki yıllarda şöyle bir şey yaptık: Yaz tatili bitmek üzereyken beni arıyordu imdat diye, lütfen lise son sınıftaki kız ve erkek çocuklarımıza yönelik ne yapmak istiyorsan bir kulüp faaliyeti çıkar ve onları bu stresli ortamdan kurtaralım.
“Spor ve Sanat Bir Ulusu Ayakta Tutup İlerletebilecek Tek Çıkar Yol“
Yani okul müdürü önce öğrencilerinden sözlerinden etkilenerek olaya farklı yaklaşıyor ama sonra senin açıklamandan sonra bir tavır ve düşünce değişimine gidiyor. Şunu sormak istiyorum, hem bir sporcusun hem bir eğitimcisin. Sence beden eğitimi öğretmenlerine bir üvey evlat muamelesi yapılıyor mu? Herkes söyler lafa gelince, “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” diye ama iş uygulamaya geldiğinde “Bu ders bize sınavda yardımcı olmuyor, yapmasak da olur” havası ne derece hakim? Bu doğru mu sence? Sonuçta üniversite sınavı öğrencinin bütün hayatını belirleyen bir şey ama beden eğitimi iyi olmasa da olabilir gibi algılanıyor.
Bunu okuldaki herhangi bir ders olarak düşünmek yerine şöyle bir cevap vereyim: Spor ve sanat bir ulusu ayakta tutan ve bir ulusu tanıtan, onu daha iyi götürebilecek tek çıkar yol diyebilirim. 1800’lü yıllara baktığımız zaman, daha cumhuriyet bile kurulmamışken Avrupa’da saray baleleri, saray dansları yapılıyordu, bize kaç yıl sonra geldi? İşte bir halterde, bir güreşte kazandığımız başarılar sayesinde ülkemizin adını duyurduk. Keşke bizim branşımız da üvey evlat muamelesi görmese de bu alanda da sesimizi duyursak. İnanıyorum ki spor ve sanat bizi daha ileriye taşıyacaktır.
Katılıyorum ve bir not düşmek istiyorum, bunun ayrıca üzerine gitmek lazım belki ama burada da söyleyelim: Devletten federasyonlara giden yıllık bir destek oluyor ve en az destek ya vücut geliştirmeye gidiyor veya en sondan üçüncü falan oluyor bu federasyon. Sanırız bu payın arttırılması, bu spora gönül verenlerin, federasyon görevlilerinin bir şeyler yapmasını kolaylaştıracaktır. Katılıyor musun bilmiyorum.
Yani, şöyle mi düşünülüyor acaba: Olimpik spor olmadığımız için bir önemi yok gibi mi düşünülüyor? Onu ben bilmiyorum.
Ben de bilmiyorum. Buradan sesimizi duyarlar inşallah.
İnşallah.
“Profesyonel Sporcuların Başka Meslekleri Yürütmesi Zor“
Peki, sporcu olman, şu anda da antrenmanlarına devam etmeni gerektiriyor haliyle; bu zorunluluğun iş yaşamını zorlaştırıyor mu?
İş yaşamımı tamamen zorlaştırıyor. Ben sadece spor yapmak istiyorum, antrenman yapmak istiyorum çünkü belirli bir yaşa kadar yapabiliyorsunuz profesyonel sporu ve eğer verimliyseniz bir şeyleri başarabilecek durumdaysanız ve sırf maddi imkansızlıktan, zaman yetersizliğinden, destek görmediğinizden dolayı bu işi yapamıyorsanız gerçekten çok yazık. Çünkü bu işte herhangi maddi bir gelirimiz yok bizim ve bu işe para yetirebilmek için (çok iyi beslenmemiz gerekiyor, ek besin maddesi kullanmamız gerekiyor, uyuyup dinlenmemiz gerekiyor ki hacim yapabilelim) bu zamanı çalıyoruz ve işte kullanıyoruz bu zamanı. Daha çok çalışmak zorunda kalıyorum.
“Futbolcunun Bileği Burkulsa ana Haber Bülteninde, Bizim Branşta Şampiyonlara İlgi Yok“
Şimdi bu sporda öne çıkmış yabancılar çeşitli davetlerle ülkemize geliyor, televizyon kanallarını geziyor; erkek olsun kadın olsun ki genelde erkekler getiriliyor ama, sence bizim sporcularımız da başarı gösterip dış ülkelerden davet almalı, değil mi?
Almalı ama bir de şu var: Biz başarısız değiliz zaten. Baktığınız zaman –birkaç isim vermek istiyorum– Ahmet Enünlü ve benden önce söyleşi yaptığın Edward Erdal Ekşi, bunlara baktığınız zaman biz zaten çok büyük işler başarmışız, ülke adına söylüyorum bunu. Ama maalesef tanıtım mı diyeyim, bir şeyler eksik. Yani bir futbolcunun ayak bileği burkulduğu zaman ana haber bültenlerinde çıkıyor, günlerce kalıyor iyileşti, iyileşme aşamasında diye. Bizim branşımızda dünya şampiyonları, Avrupa Şampiyonları çıkıyor ama maalesef bir gazetenin ucunda minicik bir sütunla bile yer almıyor.
Biraz da medyanın üzerinde duralım o zaman. Medyanın ilgisi biraz düşük, bunu biliyoruz. Bunu neye bağlıyorsun peki; nedir, bu adamları, bu kadınları niye “sevmiyorlar?” Bu sporu yapanlara neden bu kadar uzaklar, neye bağlıyorsun bunu?
Ben bunu tamamen sponsorluğa bağlıyorum. Mesela futbola baktığınız aman tamamen sponsorlar işi götürüyorlar; içecek firmalarına bakıyorsun, hepsi sponsor. Bize herhangi bir kimse sponsor olmuyor. Haltere, güreşe baktığın zaman da sponsorluk var. Sponsorluğa baktığınız zaman zaten nedir, herhangi bir faaliyetin karşılıklı çıkarlar doğrultusunda finanse edilmesidir. Şimdi ben gidip de bir içecek firmasına bana sponsor olur musun dediğim zaman, sen hangi branşı yapıyorsun, sen kimsin der bana. Ben onun reklamını ne kadar yapabileceğim, benden nasıl bir çıkarı olabilir? Çünkü medya bana yer ayırmıyorsa, benim reklamımı yapmıyorsa bana sponsor olan firmadan da hiç kimsenin haberi olmayacak. Ama futbola sponsor olduğu zaman, medyanın çok göz önüne getirdiği bir spor branşıyla ismini tanıtabiliyor. Sponsorluk tamamen karşılıklı çıkarlar doğrultusunda yapılan bir şey zaten. Her iki tarafın da çıkarı, her iki taraf da memnun edilmeli ama medya hiçbir şekilde bizim branşa yer ayırmıyor.
“Medya Halkı Bilinçlendirirse Halkın İlgisi Artar“
Bunu biraz da şuna bağlayabiliriz sanırım, çünkü bu konuda da düşüncelerini almak istiyorum: Örneğin sıradan bir lig maçını en azından 50 bin kişi izliyor, bu daha üst düzey bir maç olduğu zaman (derbi, şampiyonluk maçı, Avrupa şampiyonluğu, dünya şampiyonluğu…) milyonlarca hatta milyarlarca kişi izleyebiliyor, bu sporun medyada yer almaması biraz da bildiğin gibi buna bağlı. Bu durumda da medya, halk ilgi göstermiyor diye ilgi göstermiyor olabilir, gerçi halkın ilgisi de medyanın tanıtımına bağlı biraz ama sonuçta halk ilgi göstermeyince medya da ilgi göstermiyor olabilir mi? Bunun üzerinden konuşalım biraz da. Sence halk neden ilgi göstermiyor, ne kadar ilgi göstermeli. Bu spor görsel bir zevk, bir spor oyunu gibi, bir futbol ya da basketbol gibi bir oyun olmamasına rağmen nasıl ilgi görebilir sence?
Şimdi ben spor dendiği zaman futbolla sınırlı kalmak istemiyorum, başka bir örnek vermek istiyorum. Benim çocukluğumda TRT’nin tek kanal olduğu dönemde Beyaz Gölge diye bir dizi vardı, bilmiyorum hatırlar mısın o diziyi. Bu bir gençlik basketbol dizisiydi, işte bir basketbol takımı vardı, o zamana kadar basketbol sporundan benim bile, kimsenin haberi yoktu, 80’li yıllardan söz ediyorum. Bu dizi birkaç yıl tv’den düzenli olarak verilmeye başlandı ve herkesi bir anda basketbola yönlendirmeye başladı, ondan önce toplumun pek haberi yoktu basketboldan. “Filenin Sultanları” başarı gösterdikten sonra insanlar voleybola yönlenmeye başladı, bu da yurtdışından getirilen yabancı antrenörlerin de teşvikiyle ve sayesinde oldu. Halkı da çok suçlamamak gerekiyor; eğer siz sabahtan akşama kadar TV’de dizi yayınlarsanız halk oturur onu seyreder ama sabahtan akşama kadar bütün kanallar anlaşıp insanlar için belgesel ya da başka bir eğitim programı yayınlarlarsa inanın işi gücü olmayan tüm insanlar yine o televizyonun başına oturacaktır. Yani bunu görsellik anlamında değil de halkı bilinçlendirmek gerekiyor. Şimdi spor salonunda çalışırken bakıyorum, eskiden biraz kas yapayım diye gelen insanlar ya da gelinlik giyeceğim zayıflamam gerekiyor diyen bayanlar gelirlerken yıllar yıllar önce, şimdi bakıyorum çok büyük bir çoğunluk “sağlık için geliyorum” demeye başladı ve insanlar artık sağlıkları için yapıyorlar bu sporu.
Burada ben şunu da söylemek istiyorum: Vücut geliştirme yarışmalarını seyretmek çok keyifli gibi görünmeyebilir ilk bakışta ama insanlar gittiği zaman fikirleri biraz olsun değişecektir, özellikle de spora meraklılarsa diyeyim. Ama şu da var bir basketbol, futbol ve voleybolda, bunun gibi takım mücadele oyunlarında süprizler olabiliyor; yani insanlar çok daha fazla bir merak unsuruyla baş başa kalabiliyorlar. Şimdi vücut geliştirmede de böyle bir şey yok, podyuma çıkılmadan önce kimin şampiyon olacağı aşağı yukarı bellidir, form durumları bellidir, sonuçta veriler açıktır ve bunlara en çok uyan kimse, sunumunu da güzel yaptığı takdirde derece alıyor. Tabii bunu izlemesi keyifli, bunu izlemeyen bilemez. Sen halka ne önerirsin veya organize edenlere daha çok ilgi çekici, halkı daha çok çekmeleri için neler önerirsin, bu sporun içinde olan biri olarak söyleyebileceklerin var mı?
Bir kere kesinlikle medyada daha çok yer bulmalı. Bu iş görsel olarak değil, sağlık için yapılmalı, bunu daha çok lanse etmeliler. Ama onun dışında fiziki görüntüme baktıkları zaman bana “sen badici misin, badi mi yapıyorsun?” diyen insanlar oluyor, hayır ben “fitnesçiyim” diyorum, peki o ne diyorlar. Yani bunların ayrımını bilmiyorlar. Şimdi baktığınız zaman hayatında hiç futbol oynamamış, futbola hiçbir şekilde ilgi duymayan bir hanım bile ofsaydın ne demek olduğunu biliyor, o kadar iç içeyiz ki. Ama bir vücut geliştirme federasyonu adı altında fitness yapılıyor body-fitness yapılıyor, klasik vücut geliştirme yapılıyor, biraz daha empoze edilebilir yavaş yavaş. Mesela bir podyum heyecanını yarışmalara da hani amatör ya da profesyonel hiç fark etmez, yarışmaları da en azından spor kanalları yavaş yavaş vermeye başlayabilir. Onun dışında başarılı sporcuları konuk edebilirler. İnanıyorum ki birçok insan ilgi duymaya ve bu işi yapmaya başlayacaktır.
Sana katılıyorum ve söylediklerinden de şunu anladım: Sen temel sorumluluğu medyada görüyorsun, diyorsun ki tanıtılırsa halk buna ilgi gösterecektir, bunun zevkinin farkına varacaktır. Birebir bir mücadele olması bile bu sporun da seyredilmesinin kendine has zevkleri vardır, meraklısına veya meraklı olmayanına bile bir keyif verebilir diyorsun, doğru mu anlamışım?
Doğru, bir de şöyle bir şey var. Bir basketbolcu musunuz, bir voleybolcu musunuz bu çok fazla anlaşılmıyor, sporcu olduğunuz biraz anlaşılıyor fiziğinizden o kadar ama bir vücut geliştirme ya da onun içindeki branşlarla uğraşıyorsanız bu hemen anlaşılıyor görsel olarak ve herkes imrenerek bakıyor, bayansanız ya da erkekseniz, çok kaslı bir vücuda bile sahip olsanız, ben bu kadar istemem, şu kadar olayım diyen insanlar o kadar fazla ki, yani herkes imrenerek bakıyor.
Burada ben şunu sormak istiyorum, şu da etkili olabilir mi: İnsanların başarısız olurum düşüncesi etkili mi? İnsanlar vücut geliştirmiş insanlara baktıkları zaman doğru yanlış demeden kafalarına ilk gelen “ilaçla olmuştur, şişmiştir, bırakınca geçer, zararlı zaten, kısır da olur” gibi düşüncelere kapılıyorlar, uzaklaşıyorlar ve mücadele etmeden bir önyargıyla bu spordan kaçınıyorlar. O insanlara ne söylemek istersin?
Bu sorunun aslında iki cevabı var: Birçok branşta, bir sporcu bir anda kalp krizi geçirip ölebiliyorsa insanlar dopingi buradan tanıyor. Onun dışında amatör bile olsa bir fitness salonuna spor yapmak için gittikleri zaman, spor salonu sahibi bir ek gelir elde etmek için hemen “şu ilacı kullan, bu ilacı kullan” diyebiliyor, maalesef içimizde bu tür insanlar çok fazla. Bunları gördükleri zaman da bu spordan soğuyorlar.
“Tüm Fitness Eğitmenleri Olması Gerektiği Gibi Değil“
O zaman bir de ben burada bir şey daha sormak istiyorum. Belki bir eleştiri getireceğim ama senin düşünceni almak amacıyla soruyorum. Şimdi benim geçmişte çok sevdiğim bir arkadaşım İstanbul’un göbeğinde, Kadıköy’de anlı şanlı, nam yapmış, köklü, tarihi olan –isim vermeyeceğim– bir salona gidiyor, buradaki sorumsuz, kendini bilmez ve tırnak içinde “spor eğitmeni” olan insanlar tarafından bu bayan arkadaşıma öğretilmesi gereken şeyler öğretilmediği için, çok basit bir bir leg extension aletinde, zaten bir bel rahatsızlığı olan bu arkadaşım antrenörlerin tarifine göre hareketi yaparken zorlanıyor ve başında kimse yok ve bel fıtığı ilerliyor, sorun yaşıyor, birkaç gün yatıyor falan filan. Burada şimdi, halk ilgi duyduğu zaman, millet gidip salonlara telef olabilir. Ben pek çok spor salonu gördüm, oradaki eğitmenlerin dünyadan haberi yok. Şimdi biraz da özeleştiri yapmak gerekiyor sanırım, bana katılıyor musun burada? Sen ne düşünüyorsun spor salonlarındaki eğitmenlerin genel profili hakkında?
Katılıyorum kesinlikle. Şimdi her önüne gelen “hocalık” yapıyor. Nasıl oluyor bu iş, ben de birkaç yıl önce fitness müdürlüğü, şeflik yapıyordum, işe alacağım kişilerin görüşmesinde bir kasın adını soruyorum ve bilmiyor ve bu kişiler Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu mezunu, anatomi okumuş, fizyoloji okumuş, egzersiz fizyolojisi okumuş ama vücudundaki bir kasın adını bilmiyor, hocam bir kere gözden geçirsem hatırlarım diyor. Eline dambıl veriyorum nasıl tutması gerektiğini bilmiyor. Şimdi bu insanı alıyorsunuz, en az 6 ay boyunca sürekli eğitim veriyorsunuz ve bundan sonra o kişiden sadece, salona ilk defa gelenlerin ilk bir-iki aylık hazırlık programını çıkartmasına izin veriyorsunuz. Daha sonra 1 yıl içinde bu kişi yetiştikten sonra başka bir salona gidiyor ve ben şuyum ben buyum diyor, kendini bir şey sanıyor, hâlbuki 1 yıl içinde ne öğrenebilirsin ki sen? Yapılması gereken nedir peki? Fitness yapacak kişinin spor geçmişini sorgulamak gerekir, geçirdiği bir rahatsızlığı var mı –zaten genelde sağlık amacıyla geliniyor– bunu öğrenmek gerekir ve bunu iyileştirme yoluna gitmek gerekir, yaş ve cinsiyetine göre farklı programlar verilmeli. Herkese aynı programı veremezsiniz, çünkü biz onlara sadece antrenman yaptırmıyoruz, sağlık kazandırıyoruz, postürlerini, görünüşlerini düzgünleştiriyoruz. Onları yarışmaya çıkartmayacağız, onun için insanları bu spordan soğutmaya gerek yok. Onun için eğitmenlerin daha bilinçli bir şekilde yetiştirilmesi gerekiyor.
Burada şunu da söyleyelim, yanlış anlaşılmayalım. Şimdi federasyon İlk önce birinci kademe antrenör belgesi veriyor fakat 1. kademe antrenörlerin tek başına antrenörlük yapması yasak. Öncelikle, en azından 2. kademe bir antrenörün yanında staj görmeleri gerekiyor bu kişilerin, doğru mu?
Doğru, evet.
“Spor Salonu İşletmecilerinin Sorumluluğu Büyük“
Ama işletmecilerin belki baskısıyla diyelim, onlar da para kazanmak zorunda oldukları için buna uymamak durumunda kalıyorlar. Salonda ikinci kademe bir antrenör göstermelik diploması duruyor fakat o kişi ortada yok veya orada olsa bile o kişi de salmış vaziyette oluyor ve federasyonun kendisine verdiği yetkiyi istismar ediyor. 1. Kademe antrenörler de ilgilenmiyorlar ama ilgilenseler bile zaten ilgilenme yetkileri yok. Buradan bu konuyu herkese duyurmak gerekiyor. Sen spor salonlarına gidenlere ne önerirsin demin söylediklerine ek olarak nelere dikkat etmeliler?
Şimdi önce şuna açıklık getirmek isterim ben, federasyon herkesi aynı anda kontrol edemez, o kadar çok görevi var ki yapması gereken, herkesi aynı anda kontrol etmesi mümkün değil. Spor salonu işletmecilerine çok büyük sorumluluk düşüyor burada. Eğitmenlerin aldığı maaşlar belli, siz çalıştırdığınız hocaya asgari ücret veriyorsanız, o hoca BESYO mezunu olsun olmasın, lise ya da üniversite mezunu olsun hiç fark etmez, bir insan 700 lira maaş alıyorsa çok donanımlıysa zaten o fiyata çalışmaz. Eğer kendini biraz yetiştirdi, geliştirdiyse birkaç yıl içinde, o parayı zaten beğenmiyor. O yüzden şeydir bu, hani marketlerdeki kasiyer gibi, işi öğrenince zam bekler ama kasiyer sürekli değişir ve sonuçta memnuniyetsizlikten ötürü marketin müşteri kapasitesi düşer; bu iş de aynen onun gibi, maalesef spor salonu işletmecilerinin çoğu bu hataya düşüyor. Spor salonuna giden kişiler de zaten artık o kadar bilinçli ki, eskisi gibi değiller, spor salonuna gittikleri zaman, hocayla biraz konuştukları zaman anlıyorsunuz bunu, medyayı eleştirdik ama bu noktada medyanın büyük bir payı var, işte bu doktorlarla sağlık programlarıyla insanlar da biraz bilinçlendi bu konuda, evet. Yani ne yapmaları gerektiğinin farkındalar, iyi ve kötü hocayı ayrıt edebiliyorlar zaten ya da sen bana karışma ben kendim yapayım diyebiliyorlar. Sonuç olarak hocayla sohbet ederek onun bilgisini biraz kontrol etmeleri gerekiyor.
“Tanrı’nın Verdiği Bedeni İşliyorsunuz“
Ne zamana kadar bu işi profesyonel olarak yapmayı düşünüyorsun? Şimdiden kafanda bir sınır var mı, yoksa yapabildiğim kadar mı diyorsun?
Kafamda aslında çok fazla sınır yok ama son birkaç yıldır tamamen bu işe odaklanmış durumdayım. Bir de bu branşın şöyle bir güzelliği var: daha önce –hani atletizme takılı kalmayalım, benim en amatör yaptığım branş atletizmdi– mesela Türkiye derecelerimin olduğu, daha uzun süre yaptığım branşlar var, ondan sonra kickboksa döndüm, neden bıraktım bu sporları? Ben Türkiye’de derece yapmaya çalışırken Avrupa şampiyonu olmuş, dünya şampiyonu olmuş ağabeylerimiz, ablalarımız vardı. Haydi o zaman dedim başka bir branş yapayım, çünkü bu gerçekten bir tutku, bir hırs, bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz, daha iyisini yapmaya çalışıyorsunuz, rakipleriniz var ama kendinizle yarış hâline giriyorsunuz, kapasitelerinizin farkına varıyorsunuz ve belli bir yaşta bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Ama vücut geliştirme öyle değil, tersine, yaş ilerledikçe –çok da ilerlemedikçe tabii ki (gülüyor)– kas daha çok yerini buluyor, daha çok oturuyor ve bunu isteseniz de bozamıyorsunuz. Allah sağlık verdiği sürece ve maddi imkânlarım ölçüsünde sonuna kadar yapmak istiyorum bu sporu. Ve bu sporu neden yapıyorum, onu söyleyeyim, belki birçok cevap verdim ama beni en çok cezbeden şey, Tanrı’nın verdiği bir bedeni tek tek işliyorsunuz, bu o kadar zor bir şey ki… Yani bu supplement’lerle olsaydı, supplementler dünyanın her yerinde kullanılıyor, belki de en az kullanan ülke biziz. Onlarla olsaydı bu iş, hepimiz kullanalım supplement’le gidelim dünya ya da Avrupa şampiyonu olalım! Bu iş öyle değil, çok iyi beslenmek zorundasınız, çok düzgün beslenmek zorundasınız.
“Bu Sporu Yapıyorsanız Doğal Beslenmeniz Çok İyi Olmalı“
Çok iyi beslenmek derken, öncelikle doğal beslenme iyi olmalı, değil mi?
Tabii ki, tabii ki. Zaten supplementler şurada devreye giriyor; antrenmandan yaklaşık bir saat sonra ben yemeğimi yiyorum, çok kaliteli besleniyorum; işte et ya da tavuk yiyorum, pirincimi ya da neyse, yani kaliteli karbonhidrat ve protein alıyorum doğal bir şekilde. Supplement nerede devreye giriyor? 5 gram kreatini yaklaşık bir 1 kg etten alabilirim, tamam ben 1 kg et yiyeyim, hani bir hafta yiyeyim ama 1 ay her gün 1 kilo, 2 kilo et yiyemem, bir süre vücut da yeter artık der ve hani bunu en kolay ve en az zararlı şekilde supplementten karşılayabiliyorum. Neden? Çünkü bunun içinde karbonhidrat yok, yağ yok, kolesterol yok, sadece saf kreatin olarak alabiliyorum. Yani supplement biraz yardımcıdır, bir takviyedir.
“Bu Branşta Bayanlara Pek Sponsor Olunmuyor“
Peki, supplementler ülkemizde diğer ülkelere kıyasla daha da pahalı ve sen de amatör birine, hobi olarak bu işi yapan birine kıyasla çok daha fazla kullanmak durumunda kalıyorsun bunları. Bu çok büyük bir gider. Tamam, sen öğretmenlik yapıyorsun, bunun yanı sıra antrenörlük yapıyorsun ama bunların ne kadar büyük bir gider olduğunu bu konuya yakın olan insanlar bilirler. Bu masrafları nasıl karşılıyorsun?
Çok sosyal bir insanken, son bir yılda çok asosyal yaşadım. Zaten yoğunluk ve yorgunluktan ve pek vaktim ve de hâlim kalmıyordu ama bir de para harcamamaya da özen gösterdim. Ekstradan spor salonlarında çalışmaya başladım, ekstradan personal trainer’lık yapmaya başladım ama bu sefer de baktım antrenmanlarıma vakit kalmıyor. Antrenmanlarımı yapmak için birkaç işi bıraktım bu sefer de. Ve ben bu yıl için aileme söz verdim, bana yardımcı olun, destek olun çünkü çok çırpınıyorum, çok yoruluyorum, onlar da fark ettiler, Avrupa podyumuna çıkacağım size söz veriyorum dedim (gülüyor). Sağolsun bana iki kardeşim destek olabilecekleri kadar oldular ama onlar da “yeter artık” dediler hâliyle. Ve şu an tabii ki bir sponsor arayışı içindeyim, inşallah bir sponsor bulursam ekimde dünya şampiyonasında ve şu an hayatımda yakaladığım en iyi formdayım. Bursa’daki yarışmayı izlediysen bana hak vereceksindir, Avrupa podyumları için bir eksiğim olduğunu sanmıyorum, orada yarışabilecek durumdayım ve bir dahaki yıl Avrupa ‘da birincilik istiyorum ama kesinlikle bir sponsor gerekiyor.
Şimdi biz erkek yarışmacılara baktığımız zaman onların sponsorluk aldığını görüyoruz, işte nam yapmış, derece yapmış kim varsa iyi kötü mutlaka bir sponsorluk almıştır ama sana böyle bir destek verilmemiş anladığım kadarıyla. Şimdi, hani klasik söylemdir, tırnak içinde “kadına pozitif ayrımcılık”. Sen bunu spor anlamında ne kadar yaşadın, diğer konularda değil de sponsorluk anlamında diyorum, aslı var mı bu ayrımcılığın?
Şimdi belki bir ayrımcılık vardır ya da bu erkek sporcular nasıl sponsor buluyorlar bilmiyorum. Baktığınız zaman Türkiye’de neredeyse hiç kayda alınmayacak, derecesi olmayan birisi çok ciddi bir sponsor ve destek buluyor. Sponsoru olmasına rağmen Türkiye’de bir derece yapamıyor ama sponsorluğu devam ediyor. Bana baktığınız zaman, 4 tane Türkiye birinciliğim var, 2 tane bölge birinciliğim var, bunun yanı sıra 2’cilik 3’cülük 4’cülüklerim var. Baktığınız zaman camiada bir derece tanınan, bilinen bir insanım. Spor salonlarına da gelen insanlar görüyor ama kimse destek olmuyor, ya hocam boş ver ne yapacaksın, bayansın, yorma kendini diyorlar (gülüyor) ben bunu anlayabilmiş değilim.
Peki, sence bu bakış açısı son senelerde biraz değişmeye başladı mı yoksa sponsorluk yapabilecek insanlar hâlâ aynı kafada mı ve ayrıca yani sana erkek yarışmacılara davrandıklarından farklı davranıyorlar mı?
Farklı derken, ne gibi?
Demin biraz bahsetmiştin, hocam bırak bu işleri falan filan gibi şeyler oluyormuş. Bunun dışında sana biz sponsorluk yapsak geri dönüşümünü alamayız diyorlar mı, onun gibi?..
Şimdi geri dönüşüm derken, sponsor olunan arkadaşlardan daha iyi derecelerim varken bana neden sponsor olunmadığını bilmiyorum ama maalesef öyle şeylerle de karşılaştık. Ben birkaç yıl önce bir sponsor arayışına giriştim, birkaç arkadaşımdan yardım istedim, yardım ediyormuş gibi göründüler ama hiç kimse istemedi diye düşünüyorum, çünkü çıkarı yoksa kimse kimseye yardım etmiyor, yakın arkadaş bile olsanız. Onun dışında birkaç sponsorluk görüşmesi yaptım, “Hocam isterseniz bir akşam yemeğine çıkalım, orada görüşelim” dedikleri zaman, sponsor olsalar da isteseler de siz istemiyorsunuz arkasında art niyet gördüğünüz zaman. Ya da erkekler, Türk erkekleri güçlü kadın mı istemiyorlar, bilmiyorum yani bunun ayrımını yapamıyorum. Bayan olup olmamam fark yaratmamalı.
Burada tabii ki sen doğru anlamışsındır ama okuyanlar doğru anlamayabilir. Ben onu belirtmek için soracağım; sonuçta sponsorluk görüşmelerini, “normal bir insan” bunu mesai saatleri içerisinde ofisinde yapar, yani başka bir alternatifi yoktur bunun ama diyelim ki anormal bir insan, bir akşam yemeği istemiş hani, belki erkek de olsan aynı şekilde davranacaktı. Bunun dışında senin reddetmeni gerektirecek bir yaklaşım mı hissettin?
E tabii ki. Senin de söylediğin gibi, peki tamam der, şimdi konuşalım der ama işin ilginci şu, yani bayanlar da var bunun içinde, iş adamı diyoruz ya, çok iyi iş yapan bayanlar da var, çok özel ismi olan, çok büyük şirketlerin bayan işverenleri var. Onlar da hiçbir şekilde bakmıyorlar, kendilerine rakip mi görüyorlar kadınsı duygularıyla bilemiyorum. Bir de şeyi söylemek istiyorum, az önce supplementleri sordun ya bana, şimdi yurtdışındaki büyük supplement firmalarının yurtiçindeki temsilcileri var, benim başarımı görmüyor mu bu insanlar? Görüyorlar, selamlaşıyoruz, el sıkışıyoruz, sohbet ediyoruz. Bu insanlar erkek sporculara sponsor olurken neden bayanlara sponsor olmayı tercih etmezler, bunu anlayabilmiş değilim.
“Sponsorluk Giderleri Vergiden de Düşüyor Ama…“
Bir de şöyle bir durum var; spora yapılan destekler, sponsorluklar, bildiğim kadarıyla tamamen vergiden düşülebiliyor, değil mi?
Evet, tamamen vergiden düşülüyor; yüzde yüz oranda düşülüyor vergiden.
Yani devletimiz burada işadamlarına, para sahiplerine, imkân sahiplerine, sporcuya destek olması için gösterebileceği azami kolaylığı göstermiş ama buna rağmen iş çevreleri buna pek yanaşmıyor, hem de bu işi yapan insanlar, spor sektöründe iş yapan insanlar. Bunu neye bağlıyorsun?
Bunu iki nedene bağlıyorum. Birincisi bu sporun bir reklamı yok, yani fitness çalışıyorsanız halkın bildiği şu var, “ha body mi yapıyorsun, niye yapıyorsun, yazık değil mi sana” diyorlar. Çünkü bu spor bilinmiyor, tanınmıyor, o da doğal olarak şey görüyor, yani bu da spor mu, bana nasıl bir reklam sağlayacak, bana nasıl bir gelir sağlayacak, arkasında nasıl durması gerektiğini bilmiyor. Onun dışında da maalesef çok acı, sponsor olabilecek özel şahıslar dışında bir supplement firması neden sponsor olmaz, çünkü bizim için varlar ve biz de onlar için varız bir anlamda da.
Ben de burada şunu söylemek istiyorum; devlet destek veriyor ama kayıt dışı bizde çok fazla, bence devlet kayıt dışının üstüne gitmeli. O zaman firmalar doğrudan vergi vermek yerine parayı spora ve sponsorluğa yatırım yapmayı daha çok düşünebilirler. Demem o ki bence sponsorluğun yaygınlaşmamasındaki esas sebep vergi kaçakçılığı. (Burada kimseyi suçlamıyorum, firmalar da üstüne alınmak yerine olaya şöyle bakabilirler: Vergi kaçıran bir firma varsa o firma fazladan haksız kâr elde ettiği için rekabet üstünlüğü elde ediyor ve sizin gibi vergisini dürüstçe veren firmaların da sponsorluk yaparak öne çıkabilme şansını azaltıyorlar. Dolayısıyla siz de sponsorluğa yatırım yapmak istemiyorsunuz.)
Benim elime şöyle bir şey geçti, İlşad. 2005 yılında ben federasyona gittim, bir sponsor sözleşmesi İstedim, sağ olsunlar hemen çıkardılar verdiler dolaptan dosyanın içinden. Oradaki sözleşmede diyor ki, şahsa ne kadar sponsor olursanız olun yüzde yüz vergiden düşülmek zorundadır. Yani bana aylık bin liralık da sponsor olabilir, on bin liralık da sponsor olabilir, yüz de yüz vergiden düşülmek zorunda bu, düşülüyor. Böyle bir kolaylık sağlamış devlet. Ama o maddenin yanında da diyor ki, bu sponsor olduğunuz kişiye ev, araba gibi şeylerle sponsor olamazsınız. Bu da şundan kaynaklanıyor, hani sen kayıt dışı falan dedin ya sen az önce, bazı kişiler zamanında vermiş gibi gösterip vermemişler; Bundan bile bir çıkar sağlamışlar. Sponsorluk sözleşmesinde yine şey diyor, sponsor olduğunuz sporcu bir banka hesabı açar ve siz ne verecekseniz bu hesaba yatırmalısınız.
“Doğma Büyüme Yenimahalleliyim, Kaymakam Beni Tanımıyor Bile“
Peki kamu kuruluşlarından bir sponsorluk teklifi aldın mı? Sonuçta belediyeler de bunu yapabilir, efendime söyleyeyim başka kamu kuruluşları da yapabiliyor. Bu tip yerlerden teklif alma şansına eriştin mi, gerçi sen normal yerlerden yana bile sıkıntılısın ama yine de sorayım?
Teklif almadım açıkçası. Bir arkadaşımın, isim vermeyeceğim, Ankara’daki –benim oturduğum semtin dışındaki– bir belediyede çalışan arkadaşları vardı. Daha önce o belediye başka spor branşlarındaki gençlere yardımcı olmuş, sponsor olmuş hatta yurtdışına falan da götürmüşler. O da isim ve cinsiyet vermeden teklif etti. Birkaç tane arkadaşımız var, Türkiye dereceleri var Avrupa şampiyonasına da gidiyorlar diye, ya onlarla kim uğraşacak dediler, telefonun hoparlörünü de açtı ben duyuyorum. Boş ver dedi, ne uğraşacağız onlarla dedi (gülüyor) ve benim oturduğum semtte, ben Yenimahalle’de oturuyorum, otobüsle geçerken yolda açılmış bir brandayı görüyorum, üzerinde lisede okuyan iki tane erkek sporcu bir şey yarışmasına katılıyormuş, branşları şu an hatırımda değil, onlara başarılar diliyorlar, Yenimahalle kaymakamı diye de yazmışlar altına da. Şimdi kaymakam genç yaştaki çocuklara başarılar diliyor ama kendi oturduğu semtte bir Türkiye şampiyonu var, Avrupa Şampiyonası’na ülkesini temsil etmek için gitmiş bir sporcu var ve bundan haberi yok (gülüyor).
Burada o zaman iş yine medyaya geliyor sanırım.
Başkalarından haberi var ama benden haberi yok. Kaymakamın işi bu değil midir, kendi oturduğu semtteki insanların neler yaptığını bilmek? Yardıma ihtiyacı var mı yok mu, fakir mi değil mi; kim ne yapar, kimlerin desteğe ihtiyacı var gibi şeyler? Kaymakamın görevi budur zaten.
Kesinlikle.
Kendi oturduğu semtteki herkesi tanır. Ama benden haberi bile yok.
Buradan Yenimahalle kaymakamına selam gönderiyoruz o zaman belki seni duyar.
Yani doğma büyüme Yenimahalleli olan, şampiyonluklarını Yenimahalle’de kazanmış olan bayan bir sporcuyum. Benden haberi olsun! (gülüyor)
“Yenimahalle Belediyesi’nin de Benden Haberi Yok“
Doğma büyüme Yenimahalleli misin?
Evet, doğma büyüme Yenimahalleliyim. Bizimkiler 40 küsur yıldır burada oturuyorlar.
Sen de orada oturmaya niyetlisin galiba?
Evet (gülüyor). Mesela Yenimahalle Belediye’sinin önünden geçiyorum her gün, iki tarafına boydan boya pano yapmışlar, çok uzaktan bile görebiliyorsun; şu kadar ağaç diktik, şu kadar sporcumuz şunu yaptı diye, ama ben bir şey görmedim. Onların da benden haberi yok.
Belediye veya diğer kuruluşlar gerçekten sporu desteklemek mi istiyor, yoksa sporcu üzerinden reklam yaparak var olmak mı istiyorlar sanırım bunu önümüzdeki günlerde daha net bir şekilde göreceğiz; kim samimi kim değil zamanla ayyuka çıkacaktır. Hâlbuki devlet kuruluşlarının, kamu kuruluşlarının yaklaşımı ve amacı “bana ne kadar yararı olabilir” değil, “ben halkıma, insanıma ne kadar yararlı olabilirim” şeklinde olmalıdır. Kaldı ki senin gibi bir sporcuya destek çıkan her kurum takdir görecektir eminim. Yani reklam yönünden de olumsuz bir durum yok ki.
Zaten Türkiye’de sürekli yarışan, bu işi götürebilen kaç tane bayan sporcu var ki? Ben bu sayılı sporculardan biri olarak Yenimahalle’den yetişmişim ve yaşadığım yerin yöneticilerinin desteğini görmeyi çok istiyorum. Ben bir derece aldığımda, bir şeyi başardığımda yaşadığım yerdeki insanlar adına kabul ediyorum bu ödülleri biraz da. Gel gör ki arkamda kimse yok, sevincimi yaşadığım yerin yöneticileriyle, insanlarıyla paylaşamıyorum.
Yurtdışı yarışmalarına katılıyor musun?
Evet, katılıyorum. Özel yarışmalar değil tabii. Özel yarışmalara katılacak bütçem yok şu an.
Sponsor desteği olsa katılırdın?
Sponsor desteği olsa belli başlı özel yarışmalara katılmak isterdim. Tabii yılda üçten fazla yarışmayı vücudum kaldırmıyor; hacim yap, diyet yap, üçten fazla kaldırmıyor. Ama önemli özel yarışmalara katılmak isterim.
“Türk Ekibine Bir Haksızlık Yapılmıştı“
Biz de çok isteriz katılmanı. İnşallah bile diyemiyorum biliyor musun, çok inanamıyorsun, öyle olumsuz bir ortam ki, inşallah desem sanki lafın gelişi konuşmuş gibi, yalan söylemişim gibi gelecek.
Bana şöyle geliyor, inşallah katılırım ama bana şöyle geliyor; şimdi yurtdışındaki yarışmalara katıldığım zaman, en son Avrupa Şampiyonası’na katıldım. Elimden gelen en iyi şekilde hazırlandım ve gittim oraya. En kalabalık sıklet benimkiydi ve ben sonuncu oldum. Kötü müydüm diğerlerinden? Durumu hiçbir şekilde değerlendiremiyorum ama sonuncu oldum demekten hiçbir şekilde utanç duymuyorum. Çünkü ben buradan giderken herkes benden finale kalmamı bekliyordu ve daha gitmeden tebrikler gelmeye başlamıştı. Altı kişi finale kalacaktı ve bunu anlatmayı çok istiyorum, tartıda hocam şey dedi bana, bu köfte dedi, sonuncu olacak bu dedi, onun yanında daha da güzel duracaksın dedi, şu an görebildiğim kadarıyla yedi kişiyi eledin dedi, seni eleyebilecek birini henüz görmedim dedi. Tartıya çıktığımda kendimden o kadar emin çıktım ki, kızları inceleyince “yaşasın, finaldeyim demiştim”. Aklımda bir tane birinci bir tane ikinci vardı ama ondan sonrası için, kendim için neden olmasın dedim. Zaten 1 ve 2. olan kızlar da benden çok kısalardı, yarım santimle falan geçmişler benim sıkletime, nasıl oluyor onu da bilemiyorum. Normalde 1 santimdir onun ölçüsü. Yaşasın finaldeyim dedim, o en sonuncu olacak dediği kız da hem finale kaldı hem beşinci oldu.
Bu hangi yarışmaydı?
Rusya’da yapılmıştı. Çünkü yarışma komitesi de Rus komitesiydi, Rus ve Macar. Ben bunu gördüm ve şey dedim, finale bile kalamadıktan sonra, çünkü benim podyumum da iyidir, kendime büyük bir güvenle çıkarım, nasıl olursa olsun kendimi sonuna kadar sunmasını bilirim.
Türk ekibi bunu nasıl karşıladı? Orada bir girişimde bulundunuz mu, bir itirazda falan?
Orada bir itirazda bulunmadık. Benimle birlikte gelen antrenörlerim, inanamıyorum dediler, üzülme dediler, itiraz edemez miyim dedim, komite zaten Rus komitesi neyine itiraz edeceksin dediler. Biz zaten bekliyorduk böyle bir şey ama bu kadarını beklemiyorduk dediler, en azından bir altıncı yapabilirlerdi dediler.
Neyi bekliyorlarmış? Ne sebepten neyi bekliyorlarmış?
İtiraz edemedik. İtiraz etmek istedim, boş ver dediler. BUNU YAZMA DA döndüğüm zaman hocama söyledim bunu, hocam da federasyonda komitededir kendisi. Ona söyledim, o çok üzüldü çünkü benim nasıl her şeyden feragat ederek hazırlandığımı çok iyi biliyor. Çok hasta olduğum günlerde dahi yataktan kalkarak gidip antrenman yaptığımı biliyor. Çok üzüldü ve şey dedi: IFBB Başkanı Santonja’yı arayacağım dedi, eğer bu şekilde bize davranmaya devam ederlerse Türkiye adına hiçbir yarışmaya katılmayacağımızı söyleyeceğim dedi, bu kadar olmaz dedi. Ben şimdi şunu düşünüyorum: Ben zaten iyiydim oraya giderken, e peki ne yapmam gerekiyor dereceye girmek için? Çok çok açık ara farkla birinci olabilecek kadar mı iyi hazırlanmam, iyi çıkmam gerekiyor? Yani sonunculuk da hakkım değildi.
Ben de hakkın olduğuna inanmıyorum
Ve bütün Türk ekibi sonuncu oldu.
Sıcak denizlere indirmediğimiz için bizi sevmiyorlar demek ki.
Yani beni demoralize etti ama zaten ben yapacağım bu işi, inşallah, bir sakatlık olmadığı sürece.
İnşallah. Bu Rusya’daki olay kaç yılındaydı?
Yeni oldu. 2011 Mayıs’ında. Bu arada bir de şunu söyleyeyim: Ben en son 2008’de girdim yarışmaya, 2008’de Nisan’da şampiyona seçimlerine girip ikinci oldum, daha sonra Avrupa Şampiyonası Seçimleri’nde birinci oldum. Ondan sonra kalçam kırıldı, kuyruk sokumum doksan derece içine doğru kırıldı.
“Kalça Kırığından Sonra Doktor “Spor Hayatın Bitti” Demişti“
O konuya geçelim: ne tür sakatlıklar yaşadın?
Sakatlık işte 2008’de Avrupa Şampiyonası’nda seçmelere katıldım, Zonguldak’ta. Ondan bir kaç ay sonra kalçam kırıldı, üç ay hiç kıpırdamadan yüz üstü yattım.
Nasıl kırdın kalçanı?
Evde düştüm üstüne.
Çok geçmiş olsun.
Çok sert bir zemine düştüm ve dümdüz düştüğüm için kırıldı.
Bu çok ciddi bir sorun esasında, bunu hayatta bir kere yaşayan insanlar ömür boyu birtakım şeylerden kendilerini men etmek durumunda kalıyorlar, doktor tavsiyesiyle falan. Sporcu olmanın burada ne gibi bir avantajı oldu sana?
Avantaj demeyelim de şöyle diyelim, araştırdım, hiçbir doktor ameliyatı önermiyor, kendi kendine kaynamasını bekleyin diyorlar, işte komple alçı herhangi bir şey olmadığı için mecburen yaptırmışlar. 1,5 yıl simitle oturdum, 1,5 yıl sonrasında antrenman yapmaya başladım, doktor bana spor hayatımın bittiğini söyledi, çok sakıncalı bir bölge olduğunu söyledi, ömür boyu o ağrıyı çekeceğimi söyledi uzun süre oturmalarda. 1,5 yıl sonra ayakta antrenmanlara başladım.
Doktorlar ne dedi bu duruma?
Doktora antrenman yapmıyorum dedim ama nasıl diyeyim, gözlerim dolu dolu antrenman yaptım. Mesela bir bacak antrenmanı yapamadım, ya da omuz yapacaksam, göğüs çalışacaksam oturur pozisyonda hiç yapmadım, hep ayakta yaptım. Bir 6 ay kendimi bu şekilde idare ettim, sonra oturmaya başladım.
Şu an ne durumdasın?
Orada bir kırık yaşandı hafif içeriye doğru eğili, kaynamamış çünkü kırık. Ama şu an çok iyi bir durumdayım.
Çok iyi. Bu arada, tekrar geçmiş olsun.
Teşekkür ederim. O kırık döneminde de 48 kilodan 41 kiloya düştüm yemek yiyemediğim için ve ondan sonra toparlanıp tekrar kilo aldım ve ilk yarışmamda birinci oldum.
“Veremi Yendim“
Ben kimseye anlatmadığım özel bir olayı anlatayım mı sana? Bu sana ödül olsun (gülüyor). Sanırım bu branşta bir bayanla ilk kez böyle detaylı bir röportaj gerçekleşiyor değil mi? (Kendisine ilk olduğunu söyledim) Teşekkür ederim bir de çok ciddi, çok prensipli yaklaşıyorsun bu işe, onun için bunu paylaşmak istiyorum.
Teşekkür ederim. Harika olur.
Bu olayı az sayıda yakınım biliyor sadece. Hani sakatlık yaşadın mı dedin ya, ben 2001 yılında bir spor salonunda fitness antrenmanı yaparken, o dönemde konservatuarı kazandım, Ankara Üniversitesi Modern Dans Klasik Bale Ana Sanat Dalı’nı 98 ortalamayla kazandım. Antrenmanlarıma devam ediyordum, işe devam ediyorum, okul başlayınca işi bırakmak zorunda kaldım ama çalışırken ve sınava girdiğim dönemde göğsümde ciddi bir ağrı hissettim. Ağrı böyle kas ağrısı değil, hayatımda hiç yaşamadığım bir ağrı ve o yüzden ismini koyamadım ben bu ağrının. Okulu kazandım, okul başladı ve ağrılarım şiddetlendi, dayanılmaz noktaya geldi ve nefes alamamaya başladım. Doktora gittim, röntgen çektirdim, doktor da emekli bir profesördü 80 küsur yaşında (hâlâ tenis oynuyormuş), içeri girdi, röntgenime baktı, sen öleceksin dedi, git dedi hastaneye yat ne duruyorsun (gülüyor). Ben o an çok sinirlendim ve tepki gösterip kalktım, röntgenimi aldım, okuldaki soyunma odasındaki dolabıma kilitledim. Benim ablam da doktor, uzman çocuk doktoru, evdeki ağrılarımı, farklı davranışlarımı sezinledi. Böyle hiperaktif canlı bir şeydi tavır. Son zamanlardaki halimi hissetti bir gün beni okula ziyarete geldi. Hiç yapmayacağı bir iştir bu. Soyunma odasında, ben soyunma odasından çıkınca benim dolabımı açıyor gizlice ve benim dosyalarımı buluyor. Ne olduğunu söyleyeyim ben sana, ben tüberküloz oldum, TBC hastası oldum, yani bildiğin verem eski adıyla. Bu işte yalvar yakar beni bir hocasına götürmeyi teklif etti. İyi hadi gidelim dedik. Gittik. Çok özet bir şekilde anlatayım ben sana. Yoksa bitmez bu hikaye. Ben kabul etmemiştim ilk başta. Sonra beni hocasına götürdü. Sen TBC olmuşsun dedi adam.
Bu arada şöyle bir geçmişimiz var. Yani hiç bir hastalığın belirtisini vermiyordum. Ne ateşim vardı ne uykusuzluğum ne iştahsızlığım. Çok da yorgunluğum yoktu ve öksürüğüm yoktu. Yani bana bakan insan anlamazdı bunu. Filmimde çok hafif bir leke çıkmıştı. Sanırım doktor tecrübesiyle konulmuş bir teşhisti bu. Benim ablam tıp fakültesini bitirdikten sonra okulu ilk kazandığı yıllarda zaten çocuk doktoru olacağım diyordu. Bitince de çocuk doktoru olmak istemişti ama tesadüf eseri iki tane göğüs hastalıkları yazmış ve TUS’ta onu kazandı. İstanbul Süreyyapaşa’da göreve başladı. Göğüs hastalıklarında asistan olarak ve orada hastalarından o mikrobu kapıyor. Sonra tekrar sınava giriyor. Çocuk uzmanlığını kazanıyor. Ankara’ya geliyor. Çocukta asistanlığa başlıyor, gün aşırı nöbetler falan filan çok hastalanıyor bu. Sonra doktora gittiğinde tüberküloz teşhisi konuluyor ablama. Sonra hastanede yatıyor. Sonra ayrı eve taşındı hastane sonrasında bize bulaştırmamak adına. Ben tam bu dönemde bulaşınca da kalmamıştım. Ondan on yedi ay sonra ben hasta oldum. Doktor zaten bu hikâyem olmasaydı benim hastalığıma inanmayacaktı. Zaten ilk şey dedi bana, zatürre teşhisi konuldu ve zatürre tedavisine başlandı. İki hafta sonra tamam dedi, hadi ablanda böyle bir geçmiş var, sana da böyle bir tedaviye başlayalım. Aslında tedavi çok kolaydır, 3 ila 6 hafta arasında ilaç kullanırsın ve biter. Çok yaygın çünkü tüberküloz halk arasında. Ama şöyle bir ayrıcalığım vardı benim.
Şu oluyor. Yaklaşık 2,5 yıl yani 24 ay bunun tedavisi var. Kullandığın ilaçların bir kısmı yurt dışından geliyor çünkü bulunamıyor Türkiye’de ve bu ilaçlar çok ağır ilaçlar. Yani hastalığın boyunca 7000 küsur tane ilaç kullanman gerekiyor ve bu ilaçlar çok ağır. Yan etkileri çok fazla. Böbreğini kaybedebiliyorsun, karaciğerini kaybedebiliyorsun. Bunlardan bir tanesi baş gösterirse ilaçları bırakmak zorundasın. İlaçları bırakırsan tüberkülozdan ölüyorsun, bırakmazsan organ yetmezliğinden ölüyorsun. Yani doktorum bana hep kaybedeceği bir hasta gözüyle baktı.
Ben bu arada da ilk dönemlerde bilincim kapalı bir şekilde yaptım. İlk 8 ay yataktan kalkamayacak bir şekilde yattım. Yani hiç hatırlamak istemediğim günler o ilk günler. Ve o kadar acılar çektim ki, o kadar kas ağrısı yaşıyorsun ki, on beş günde bir burnuna hortumlar sokuluyor, bir şeyler yapılıyor. Dayanamıyorsun ve sadece ilaçla acı çekmeden ölmek için dua ediyorsun Allah’a. O kadar zorlu bir tedaviydi bu. Hiçbir şey yapmamamı önerdi doktor ve bu arada ben okulu bırakmak zorunda kaldım.
Konservatuvarı mı?
Evet. Konservatuvarı bıraktım. Sonra ablam üstlendi benim tedavimi. Onun evinden ayrı bir eve çıktık. Hastaneye yatırmaya doktor da kıyamadı. Aslında yatırmak zorundaydı beni. Ablam daha evvel ilaç kullandığı için tedaviye o başladı. O yardımcı oldu, evde bakımımı o yaptı. Sekiz ay sonra ben yavaş yavaş kendime gelmeye başladım. Öz bakımımı falan yapmaya başladım. Bu arada evden kaçıp kaçıp ablam gittiği andan itibaren sokak ve mahallede yürüyüş yapıp tekrar geri geliyordum. Sonra biraz daha iyi hissettiğim zaman yüzmeye gitmeye başladım spor salonuna. Bulaşıcılığım kalkmıştı o dönem ama tedavim devam ediyordu. Sonra rutin kontrollere gittiğim zaman doktor kan şekerinde çok ilerleme gördü bende. Yani ne diyeyim, ilginç gördü “n’apıyorsun?” dedi, ablamı odadan çıkardı. Aman sakın söyleme ben gizli gizli her gün spor yapıyorum dedim. Ne yapıyorsan devam et dedi. Sonra ablam öğrendi spor yaptığımı, kızım yapma dedi. Kendini öldürürcesine spor yapıyor dedi. Doktor sen karışma dedi. (gülüyor)
İstiyorsa yapsın dedi. Ve yani her gün çok ciddi spor yapıyordum. Ablamın evde olduğu günler mesela odada kitap okuyorum diye odaya kapanıyordum, vücut ağırlığıyla çalışıyordum bir saat boyunca, kendimden geçer bir şekilde. Bir gün omzumu sakatladım zaten. Ablama dedim omzum acıyor doktora gideceğim. Ne yapıyorsun, spor mu yapıyorsun sen evde dedi? Sakatlığım sayesinde o ortaya çıktı. Ondan sonra işte yüzmeye gittiğimi öğrendi ve beni spor iyileştirdi. Tek hayata bağlayan o dönemde o oldu. Yani hani derler ya insanlara hafta sonunda öleceksin, son günlerinde ne yapmak istersin? Gözlerini kapatıyorsun önce. Herkesin yaptığı gibi. Neden ben diyorsun. Neden bana verdin Allahım diyorsun. Hani bir duruma ibadet edermiş gibi bakıyorum. Yani ondan sonra şey diyorsun; son günlerini nasıl geçirirsin. Ee aileni görüyorsun, sevdiklerin yanında. Hiç umursamıyorsun. Hayata kaldığın yerden devam etmek zorundasın. Bunu öğretiyor.
Yani ne yapıyorsan yapmaya devam etmek zorundasın. Ben 2001 yılında hasta oldum, tedaviye başladık. 2003 yılında hastalığım biter bitmez ciddi olarak ağırlık çalışmaya devam ettim.
Bunları ilk bana mı söyledin?
Evet. Sanırım yani bunu sen öğreniyorsun.
Anlattıkların üzücü şeyler ama geçip gittiğini öğrenince bu sevince dönüşüyor ve bana anlattığın şeylerle ben de çok mutlu oldum, onore oldum. Teşekkür ederim.
Sen kullanırsın.
(Gülüyor) Kullanırız ama ilk bana söyledin sonuçta.
Şunu da ekleyeyim madem, benim doktorum olan profesör klinik şefidir aynı zamanda. Bu alanda da çok iyi bir doktordur. Bana şey dedi, kongrelerde sunum yapıyor ya sizi örnek verebilir miyim dedi. C. Haluk Çalışır.
Bana kullanabilir miyim dedi. O bile inanamamış. O dönemde çok hoşuma gitmişti mesela.
Benim de çok hoşuma gitti yani.
Böyle bir hastalık atlattıktan sonra dünyaya bakış açım tamamen değişiyor. Hani klasiktir derler ya ikinci bir hayat diye. Bende ikinci bir hayatla acısıyla tatlısıyla her şeyi yaşayorsun bu hayatın. Kaldığı yerden de devam ediyor. Mesela konservatuvara geri döndüm, hastalığımdan sonra 2 yıl okudum. Bu durumda dans mı etmek istiyorum spor mu yapmak mı istiyorum. Çünkü ikisi bir arada yürümüyor, amatör olarak kalıyor. Konservatuvara baktığın zaman işte hocalar kendi aralarında rekabet içindeler. Bir de çok fazla bir şey vermiyorlar, kendileri bizi canımızdan bezdiriyorlar. Hayır dedim ya, yani daha uzatmıyorum. Ama bana çok şey kattı. Mesela bir şey daha var onu da söylemek istiyorum. Konservatuvarın koridorunda duvarlarda sürekli işte yurt dışından duyuru, röportajlar bulunurdu. Çok iyi dansçı röportajları bulunurdu. Orada bir ara bir şey yazıyordu, kadın bir dansçı 42 saat dans ediyorum demiş. Önce ben buna inanamamıştım, hadi canım demiştim. Asosyalleşiyorum, sadece dans hocam ve kendim. Dans hocamı görüyorum demiş birinde. Yani sinemaya gitmiyorum, çarşıya gitmiyorum, kitap okumuyorum, haberlere dikkat etmiyorum.
Buna rağmen 8 saat değil yani.
En ünlü dansçılarından biriydi bu. Bu yıl anlıyorum ben onu.
Ablandan bahsettin, kaç kardeşsiniz?
Ya, yapma bunu boşver.
Sen bilirsin. Nasıl istersen öyle yaparız da.
Yok yok yazma.
Yazmayız tamam. Şey ablandan bahsettin kaç kardeşsiniz? Burada ablandan bir başka bahane buluruz kaç kardeşsiniz deriz olduğu gibi.
Ya boşver onu, yazma yazma. Yani ailem işin içine girsin istemiyorum.
Anladım tamam. Yani onlardan sporcu falan var mı diye bağlayacaktım da.
Tahmin ettim. Yok, tek sporcu benim.
Tamam bunları yazmayız ya sen nasıl istersen öyle olur.
Aslında yazabilirsin yani. Çok insanın da şey olduğunu düşünüyorum.
Şunu da söyleyeyim yani ben mesala hani burada belki yazmayacağım şeyleri de yazıya geçiririm sen bakarsın. Bazılarını sen ikinci kere düşün diye geçirmişimdir oraya.
Hoş bir röportaj olacak bu biliyorum bunu.
Edward Erdal Ekşi söyleşim de bu kadar olmasa da uzundu
Evet çok uzundu onun ki.
Çok uzundu. Onun gibi bir şey olur yani ben. Açıkçası ben okumayı seven bir insanım. Okumayı seven okusun bırak, boşver. Hani bir de şey yapıyorum. Ana başlıklarla falan burada okumayı özendiriyorum. Yani insan okuma bile ara başlıklara bakıp ilgiyi çektiği yeri okuyor. Ondan sonra bir tarafı okumaya başladığı zaman tamamını merak ediyor tamam mı? Bu da tabii benim yaptığım işin inceliği kısmına giriyor. Uzun yazıları nasıl okutabiliriz?
Yani son söylediklerimle ilgili şunun için fikir değiştirdim, birçok insana örnek olsun istedim. Çünkü merak eden insanlar oluyor. Çünkü o tamamen tedavi geçmişim.
Evet mükemmel. Hem koruyucu hem tedavi edici bir şey.
Beslenme
Beslenmenden genel olarak bahseder misin? Şöyle bir önce genel, sonra özel olarak.
Protein ve karbonhidrat ağırlıklı besleniyorum. Onun dışında meyve sebze de yiyorum. Yemeğe özen gösteriyorum bol bol.
Biz yağ konusunda biraz farklı bir tutum sergiliyoruz. Yani yaygın anlayıştan farklı bir tutum sergiliyoruz. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?
Şimdi ben öncelikle kolesterol hakkında şunu söyleyeyim. Bundan bir on on beş yıl önce kolesterolünüz 300’e kadar iyidir deniliyordu. Şimdi 220 yada 240 ‘an sonra eyvah eyvah deniliyor insanlara. Neden? Birtakım ilaçların pazarlanması için. Çok da fazla bir şey bilmiyorum ama. Şimdi yağlara gelecek olursak da önce kendi açımdan cevaplayacağım bunu. Çünkü yıllarca yapmış olduğum bir yanlışlık var. Bu spora ilk yarışmacı olarak başladığım yıllarda. İşte diyorlardı ki badici şunu yer, bunu yer, şu kadar süre sonra diyete başlar. Ben kritik diyeti yapmaya başladığımda otel odasında 3 gün 3 kere yiyordum ve yarışmaya bulk olarak çıkıyordum. Ya da işte erkeklerin standart yedikleri şeyleri yiyordum ve hakikaten midem rahatsızlanıyordu. Bir süre sonra keşfettim ki herkesin beslenme programı (yarışmacı için söylüyorum) kendisine özel olmalı. Şimdi bulk döneminde her şeyi yiyorum ben. Zaten yemem gereken her şeyi yiyorum. Yağ konusunda da bütün yemeklerde mutlaka zeytinyağı kullanıyorum. Ayçiçek yağı kullanmıyorum. İnsanlar ne düşünür bilmiyorum o konuda ama yani bu kocaman kutulardan alıyorum ve bir ay içinde birkaç litredir kullandığım zeytinyağı. Bir salata yapıyorsam da üstüne yarım çay bardağı mutlaka bir zeytinyağı gezdiriyorum. Bir yağsız tuzsuz tavuk yapıyorsam bile, bir sebze yapıyorsam pişirdikten sonra üstüne mutlaka zeytinyağı kullanıyorum. Tereyağ da şöyle; O marketteki kalburüstü tereyağları dışında eğer gerçek bir köy tereyağı varsa onu elde etmeye çalışıyorum. Bu fuarlardan olsun, işte tanıdığımız komşularımızın kendi köylerinde yaptığı yağlardan olsun. Tereyağı da çok severim. Çünkü biz küçükken tereyağıyla beslenirdik. Annem ekmeğimin üzerine sürerdi verirdi bize. Gerçek bir tereyağını da hemen hemen tüketiyorum, yani kaymak da aynı şekilde. Market kaymağı değil, gerçek bir kaymak olmalı o da. Sonuçta tereyağı, bal, kaymak bunları mutlaka yiyorum ve zeytinyağı da bol miktarda tüketmeye çalışıyorum.
Burada tam bize uyuyorsun yani, onu söyleyeyim sana.
Diyeti de şöyle yapıyorum, benim diyet biraz farklı, ben çok çabuk kilo alabiliyorum. Çok fazla yağlanmadan kilo alıyorum. Bu 14 kilonun sadece 1 kilogramını yağ olarak aldım diyebilirim sana.
Diyeti de son iki hafta yapıyorum. Son iki haftadır ne yapıyorum? Bu yediğim günlük besini sınırlı bir hâle getiriyorum. Protein ve karbonhidrat alıyorum sadece. Yağı bir ölçüde kesiyorum. Son bir hafta kala tamamen meyveyi ve yağı da kesiyorum. Tuzu ve şekeri ve her şeyi kesiyorum. Normal diyetteki erkekler bunu son bir ayda yaparlar. Ben son bir haftada yapıyorum ve inanın bana sağlık verdiğine, iyi beslediğine inanıyorum bunun, çünkü yağa da ihtiyacımız var.
Ben de sana katılıyorum, podyum öncesi tamamen kesmen ayrı bir konu ama onun dışında söylediklerin bilimsel olarak öyle zaten.
Yani aldığımız yağsız gıdaları vücut yağı yapıp depolayacağımıza saf yağ alıp vücudumuza enerji vermeliyiz.
Evet, burada bir sonraki soru beslenmenizde yarışma dönemlerinde özellikle ne tür değişiklikler yapıyorsun diyecektim ama cevapladın onu.
Yani şey yapıyorum farklı olarak. Protein ağırlıklı besleniyorum yarışma döneminde. Tuz, şeker ve yağ, her şeyi bırakıyorum ve protein ve karbonhidrat ağırlıklı besleniyorum. Protein daha fazla.
Senin yarışma dönemin yarışmadan kaç gün önce başlıyor peki?
Diyet anlamında mı?
Diyet anlamında.
Diyet anlamında iki hafta önce başlıyor.
Antrenmanlarım
Anladım. Antrenmanlara geçelim. Antrenmanlardan bahseder misin? Haftada kaç gün, ne şekillerde ve hangi değerleri baz alarak çalışıyorsun? Yani yoğunluk, tekrar, hareket çeşitliliği ve benzeri konularda?
Haftanın 6 günü antrenman yapıyorum, daha önceleri bir şey derdik; normal insanlar için 2 saat spor yeterlidir, fazlası zararlı. Ben de 2 saat antrenman yapardım yarışmalarımda. Yarışmaya hazırlık döneminde, 2005 yıldan söz ediyorum, ilk başladığım zamanlarda böyle yapardım. Sonra 40 dakikaya düşürdüm bunu. Sonra baktım ki gerek yok, en ağır en şiddetli şekilde antrenmanı yapıp en iyi en kaliteli şekilde beslenmek yeterli. Bunun için günlük 20 dakika antrenman yeterli deniyordu bize. Şimdi onu yapmıyorum. Şimdi günde yaklaşık 1.5 saat hatta 2 saat antrenman yaptığım oluyor. Kardiyo yapmıyorum zaten küçülmemek için. Günde nerdeyse 2 saat antrenman yapıyorum. Bunu ister insanlar onaylasın isterse onaylamasın sonuç ortada.
Antrenmanlarında nelere dikkat edersin?
Tekrar ve yoğunlukla önce dokularımı güçlendiriyorum, eklemlerimi güçlendiriyorum. Ondan sonra kaslarımı güçlendirmeye başlıyorum. Şu an tamamen hacim yapmaya yönelik antrenman yapıyorum. Yoğunluk, yüzde yüz diyebilirim. Yani yüklenebildiğim kadar ağır yükleniyorum. Tekrar sayılarım çok fazla değil. Set sayılarım da çok fazla değil. Ama son bir ay kala definisyon programında tekrar sayılarımı ve set sayılarımı artırabildiğim kadar artırıyorum. Harekette de antrenmanı bölüyorum işte. Kol, omuz, göğüs, sırt bacak karın gibi çalışıyorum.
Peki ağırlık anlamında nasıl ağırlıklar kullanıyorsun? Miktar olarak soruyorum.
Nasıl anlayamadım?
“Yüksek ağırlıktan Çok Yeterli Ağırlıkta Hareketi Doğru Yapmak Önemli“
Miktar olarak soruyorum. Yani açıkçası kaç kilo ile çalıştığını merak eden tek ben olmayacağım.
Eskiden ne kadar ağır kaldırırsan o kadar iyidir deniliyordu. Hayır. Senin belirli bir kapasiten var. Hareketi en doğru şekilde kaç kiloda yapabiliyorsan –tamam çok ağır kaldırmalısın ama– hareketi bozmadan yapmalısın. Ben şu an 100 kiloda çalışabiliyorum. 57 kiloyum ama 100 kiloda zorlanmadan squat yapabiliyorum. Biraz daha artırdığım zaman hareketim bozuluyor. Tamam diyorum bunu biraz daha güçlendireyim, sonra artırırım.
Göğüste de aynı şekilde yani bir 50 kilo bench press yapabiliyorum. Sakatlanmamak için çok dikkat ediyorum kendime.
Şimdi bir yarışmacıya, bir bayana çok iyi gelen bir antreman programı bana hiç iyi gelmeyebilir. Bana çok iyi gelen bir program onun için çok basit gelebilir.
“Yeni Başlayan Kadınlara Önerilerim“
Şunu söyleyeceğim peki ben. Söyleşiye dönelim. Şimdi bir takım yayınlarda ve sağda solda görüyoruz. Kişiler profesyonel olsun, amatör olsun kendi programını bire bir başkalarına öneriyorlar. Çok yanlış bir şey. Sen, bir de öyle abes bir şey ki yeni başlayanlara da öneriyorlar. Yani profesyonelin programını yeni başlamış, daha 6 ay olmuş adam spor yapalı ona öneriyor falan. Bunun hakkında ne düşünüyorsun? Sen yeni başlayanlara özellikle yeni başlayan kadınlara ne tür antrenman önerin var senin?
Yarışmacı olarak değil, sedanter insanlar için değil mi?
Sedanter, evet. Sonra da yarışmacılar için alalım.
Sedanterler için söyleyeyim öyleyse. Önce kaç yaşında? Gelir gelmez onunla konuşuyorum mutlaka. Kaç yaşında olduğunu öğreniyorum. Daha önce spor yapmış mı? Ne gibi sporlar yapmış. Herhangi bir sağlık problemi var mı? Bunları konuşuyorum ve amacı ne? Beslenme düzeni ne? Bunları konuşuyorum. Kişinin amacı çok önemli. Yani kilo vermek mi istiyor? İşte vücudundaki bir şeyden mi rahatsız, form mu kazanmak istiyor? Kişiye özel antrenman programı çıkarıyorum. Yani eskiden şey olur ya, hani duvarda bir program asılı olurmuş herkese o program verilirmiş. Böyle bir şey yok, kişiye özel olmak zorunda program ve o doğrultuda ilk bir ay içinde işte hazırlık programı dediğimiz o program. Haftada kaç gün gelip gidecek ona göre çıkarıyoruz programını. Daha sonra bir ay sonrasında biraz daha ciddi, biraz daha ağır yapmak istediği ya da ulaşmak istediği amaca yönelik bir program hazırlıyoruz. Bunun yanında da mutlaka bir diyetisyen gibi şunu yemek zorundasın demek gibi değil de, hayatınızda şunlar değişmek zorunda, şunu yemeniz gerekiyor. Buna daha çok ihtiyacınız var gibi genel önerilerimiz oluyor.
Yarışmacılara ne öneriyorsun?
Yarışmacı için de ben kendime hiç kimseyi ekol almadım şimdiye kadar. Yani ilk çıktığımda biraz daha zayıftım ama şunun gibi olacağım diye bildiğim bir yarışmacı yoktu Türkiye’de. Ya da işte şunu geçeyim diye. Ne diyeyim, şu an kendimle yarışarak eksiklerimi görebiliyorum. Eğer çok net göremediğim bir şeyler varsa çok güvendiğim bir iki hocam, abim ablam var, onlara danışıyorum. Onlar hemen diyorlar, şu eksik bu eksik. Onun dışında bugüne kadar herkes bana akıl verme yoluna gitti, şunu yap bunu yap. Ben bilinçsizdim ilk başladığım yıllarda. Birtakım şeyleri denedim ve kesinlikle antrenman programı olsun, beslenme programı olsun hiçbir faydasını görmedim. Antrenman programı da, beslenme programı da kişiye özel olmak zorunda. Asosyalleşince bir çok bayan sen ne yapıyorsun diye bana sormaya başladı. Erkekler de sormaya başladı. Sen ne yapıyorsun demeye başladılar, öğrenmek anlamında. Onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Onların eksikliklerini değerlendirmeye çalışıyorum. Tabi ki bildiğim kadarıyla. Ama bakın diyorum, tamam ben bunu bunu yapıyorum ama benim metabolizmam hızlı, ben şundan daha iyi verim alabiliyorum, şundan alamıyorum. Siz kendiniz bilin diye onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Bu kadar. Kendilerini tanımalarına yardımcı olmaya çalışıyorum. Ama hani bir podyuma nasıl çıkılır? Poz nasıl verilir? Rakibim bile olsa aynı şekilde yarışıyor da olsa kesinlikle gösteriyorum ve yardımcı oluyorum. Yani iyi bir rakip her zaman için daha iyidir.
O zaman rakiplerine buradan çağrı yapalım. Hepsi gelip senden fikir alabilir değil mi?
Evet (Gülüyor).
Yarışma dönemlerinde antrenmanlarında ne gibi değişiklikler yapıyorsun, tekrar ve setini arttırmaktan başka?
Yani set ve tekrar sayılarını artırıyorum sadece.
Hiç body fitness katagorisinden ayrılıp vücut geliştirme yapmayı düşündün mü?
Daha önce fitness’ta yarışmacıydım. Şu yüzden bıraktım onu da söyleyeyim: Biraz mükemmeliyetçiyim, her şey iyi olsun istiyorum. Çok fazla yapıyordum, ekstra çalışıyordum. Daha fazla çalışıyordum ve o kadar çok yoruluyordum ki ve istediğim hacme ulaşamıyordum. Ulaşıyorsam da vücuda ağırlık verdiğim zaman hemen küçülüyordum. O yüzden fitnessi bıraktım. Body-fitness’a geçtim. Fitness bana göre değil diyebilirim. Ben çok hacim yapsam da fitness’a geçmeyi düşünmem. Çünkü vücut geliştirme erkek pozları aynı. Biraz daha sert istiyor. Ama şimdi body-fitness yarışma kuralları değiştiği için biraz daha zarafet istiyor biraz daha kadınsı duruş istiyor. Nihayet artık böyle. O yüzden body-fitness tam bana göre.
Son zamanlarda IFBB “Bikini” gibi çeşitli kategoriler eklemeye başladı yarışmalara. Bunları nasıl yorumluyorsun? İlgiyi artırmak uğruna spordan taviz mi söz konusu?
Kesinlikle ilgili artırmak uğruna spordan taviz veriliyor. Çünkü en son katıldığım Avrupa şampiyonasında izledim bikiniyi. Baktığın zaman bunlar sporcu değil. Peki bu nedir diye bakıyorsun. Bu bir top model yarışması değil. Yani o zaman neye göre değerlendiriliyor bunlar? Hakeme sorduğun zaman biz de bilmiyoruz diyorlar. Yani bikiniye mi bakılıp puan veriliyor? İlgiyi artırmak uğruna taviz veriliyor maalesef.
Yani bu bir alternatif değil. Başka bir şey olabilir. Mesela body-fitness de çeyrek dönüşlerimiz vardı. Üç kere bikini değiştirdik, bikini olmak zorundaydı. Aynı pozu ver in, aynı pozu ver in. Bizim için de sıkıntıydı. Hani gülümsemek zorundayız, iyi de bu bir sıkıntı, yani bu bir çile. Zorunlu bikini varken bir de serbest bikinimiz var. Çok daha güzel oldu ve yürüttük o yolu. Evet, bu bir bayan sporudur. Bir zarafet. Bunu sergilememize nihayet izin verdiler. Alternatifler geliştirilebilir. Ama bikini yarışması mı? Nedir bu? Yani ne için yapılıyor bilemiyorum.
“Türkiye’de Yarışmalar Adil ve İtiraz Yolu da Açık“
IFBB hakkında konuşmak ister misin? Alternatiflerin de dikkate alınabileceğini düşünüyorum ama tabii başı IFBB çekiyor.
IFBB kafasına göre istediğini yapabiliyor. Yani 6. olabilecek kişiyi 10. yapabiliyor, 15. yapabiliyor ya da 10. olacak kişiyi 2. yapabiliyor. Hiç mübalağa etmiyorum, maalesef durum bu. Ama Türkiye’de böyle bir şey söz konusu değil. İtiraz edebiliyorsunuz ve zaten buna gerek de kalmıyor. Hakkımız neyse veriliyor.
Zaten bizim federasyonumuz öyle olmamalı, yani bir farklı bir ekol biz geliştirmeliyiz . Ben buna inanıyorum ve bunu yapabileceğimize inanıyorum. Yani hatta bunu başka ülkelere de kabul ettirmeliyiz zamanla yani. Bir şeyleri bu sporda değiştirebiliriz. Benim inancım bu yönde. Benim gibi inanan başkaları da olursa bunu yapabileceğimizi düşünüyorum. Mesela şimdi aşırı kas olayında bu sporun içindeki herkes bilir, yani bu iş çeşitli sebeplerle olur. Çünkü o tarihe kadar böyle kaslı insanlar yokken şimdi bugün bu kadar çok olması neden yani; bunu steroidler yapıyor, bunun sebebini herkes biliyor. Ama bunu söylesen bir türlü söylemesen bir türlü. Bence ben steroidlere de karşı değilim yani kullanmak isteyen kullanabilir. Ama ne bileyim aşırı kasa bence çok pirim verilmemeli. Şöyle yani vücut geliştirme hani erkeklere yakıştıranı var, ben de yakıştırıyorum çirkin değil ama yani kardeşim insanları steroide itiyorlar. Yani başka alternatifi yok adamın. Yine yüksek kas beklentisi olsun ama bu kadar değil.
Ama bir de şöyle var, işte bu IFBB’nin düzenlemiş olduğu yarışmada son 6’ya kalan yani finale kalan top çekici diyorlar kırmızı top kime çıkarsa o gidecek. Numune vermeye. E bakıyosun komite zaten Rus komitesi, niye kendi sporcularına bir kere olsun çıkmamıştır o top?
Bakıyorsun kendi doktoru kendi antrenörü kendi hocası kimse evet diyor hadi yapalım bu işi. En doğru şekilde sana en az zarar verebilecek şekilde diyor.
Bir şekilde çıkıyorlar yarışmalara.
Kendi halimizle ne yapıyoruz kimsenin umrunda değil.
Yani spor yapabileceğin bir spor salonun var mı? Sorulmuyor bize.
Yarışmaya girersen girersin. Girmezsen kendin bilirsin. Kaç tane bayan sporcu var allah aşkına. Benle bir tane daha kız vardı. Biz ikimiz girmedik hani ne olacak?
“Dans Eğitimimin Podyumda Çok Faydası Oluyor“
Senin dans geçmişinin de olduğunu öğrendik. Hem de yani kayda değer bir geçmiş bence. Body-fitness yarışmalarında da pozlama çok önemli. Öyle ki yani ufak tefek kusurların olsa bile senden daha iyi bir durumdaki birini geçme ihtimalin oluyor mu bu sayede?
Kesinlikle.
Bunun sana bir faydası oldu mu yani bu dans eğitiminin? Bu pozlamana, sunuşuna, kareografine bir etkisi, katkısı oldu mu?
Çok çok fazla oldu. Şöyle diyebilirim sana. Dansta zaten bütün vücudunu tanıyorsun. Yani senin hareket etme kabiliyetini, her şeyini eksikliğini, fazlalığını tanıyorsun dans ederken ve doğaçlama dans edebilme yeteneğin gelişiyor bir süre sonra, iyi bir eğitim aldıktan sonra. Hani sahnede bir yeri unuttun koreografide, hiç sorun değil. Karşıdaki bilmiyor senin koreografini. Hiçbir şey olmamış gibi kaldığın yerden devam edebiliyorsun ve kendine çok özgüvenin oluyor. Kendine sunmayı öğreniyorsun. Çünkü sahne de de çok dans ettim ben. Sahnede dans ettiğin zaman kendine nasıl sunmak gerektiğini, ilgiyi nasıl artırmak gerektiğini çok iyi biliyorsun. Bana bu anlamda çok faydası oldu. Yani podyuma çıktığım andan itibaren benim artık yapabileceğim hiçbir şey yok. Ne olursam olayım yani iyi, kötü olursam olayım ben artık ben kendimi çok iyi bir şekilde sunmalıyım karşımdaki kişinin dikkatini çekmeliyim. Pozlarımda da hani nasıl durursam da daha iyi gözüküyor, daha iyi kendimi kasımı gösterebiliyorum bunu artık oturttum kendime. Çıkıyorum orada kendim oluyorum ve orada eğleniyorum. Yani bütün bir ne diyeyim sana, bütün bir yılın yorgunluğunu oradaki sunumda çıkarıyorum ve bunun keyfine varıyorum.
Boy kaç? Kaç kilosun?
Boyum 1.65 boyunda, 57 kiloyum. Yarışmaya 52 kilo falan çıkıyorum.
“Spor Yapmayı Düşünen Kadınların Kaslanmaktan Korkmasına Gerek Yok“
Burada şunu soralım. Kadınlar fitness programından çekiniyorlar mı? Bir de senin fitness fotoğraflarını gördülerse tamamdır. Benden uzak olsun diyorlardır belki. Sen sadece yarışma dönemlerinde kasten o derece hatlı oluyorsun. Onun dışında estetik anlamda bu spor sence olumlu mu, olumsuz mu? Bayanların kaslanma korkusu ne kadar gerçekçi ve haklı?
Baktığın zaman geçmişinde herkes balıketliymiş. Bu çok popülermiş. Eskiden zayıf olan insanlara hasta ya da rahatsız gözüyle bakılıyormuş. Böyle sıfır bedene, hiç yiyip içmemeye bence hiç gerek yok. İnsan hangi kiloda olursa olsun eğer o kiloda yıllarca çakılabiliyorsa o sağlıklı kilosudur. Tabi çok çok aşırı kilolar dışında. Hani bunun dışında vücutta zaten kas var, sedanter insanlarda kas dokusunun üzerinde yağ dokusu vardır. Hani bu yağ dokusunu biraz daha aza indirgeyip te biraz daha fit bir görüntü hafif bir kaslı görüntü daha iyidir. Kas gerekli, neden gerekli? Karın kasının çok güçlü olması gerekiyor. Kadınlar da zaten doğumda ve yaşla birlikte kas tutuyor insan. Yani şöyle düşün. Bir elbise giyiyorsun, yani bedenini elbise olarak düşünürsen bunun içini kasla doldurursan o elbise üzerine sımsıkı oturur. Ama bunun içini yağla doldurursan bu elbise her yerden pörtler. Yani kas dokusu her zaman için iyidir.
“Vücudumuz Her Zaman Yarışma Dönemindeki Gibi Kaslı Olmaz“
Az önce söylediğim gibi, yani yarışma dönemlerinde çok fitim. Kup kuru çıkıyoruz oraya, su diyetine giriyoruz. O çok güzel bir görüntü. Ama normal zamanda sağlıksız bir görüntü. Bu kadarına gerek yok. Hani kas üzerinde bizi koruyan bir yağ kütlesi olursa zaten bol bol sıvı tüketiyoruz. Bence bu görüntü daha iyi olacaktır. Yani sürekli fit gezemeyiz. Yani yağ da bizi koruyor zaten her şeyden.
Zaten hani bu bulk dönemi, ondan sonra definisyon dönemi, bunları bildiğimiz için zaten nasıl gözükeceğim diye o korkuyu o kaygıyı yaşamıyoruz. Eğer çok iyi hazırlanıyorsan tek düşündüğün şey yarışmaya odaklanmak oluyor.
“Geçmişte Antrenörler Beni Yanlış Yönlendirdi“
Şimdi sen 100 kiloda squat yaptığını söylemiştin. Ben Edward Ekşi’yle söyleşi yaparken de bahsi geçmişti. Ayrıca ünlü vücut geliştirme sporcusu Frank Zane de dedi ki bugünkü aklım olsa bu kadar ağır çalışmazdım. Bu iki sporcu da hemen hemen aynı şeyi dedi yani, gençliklerinde ağır çalışmalarını doğru bulmuyorlar şimdi. Sen de ağır çalışmanın ileride çeşitli sorunlar yaratacağını düşünüyor musun?
Şimdi ben şunu baz alıyorum antrenmanlarımda. Önceki yıllarda çok bilinçsizce yaptım. Antrenörler çok yanlış yönlendirdi. O yaptığım spor branşlarında zaten yeterince sakatlandım. Sakatlanabileceğim kadar sakatlandım. Ama biraz daha bilinçlendim. Bir şeyleri daha doğru düzgün yapmaya başladım. Bir şeyi demeyeyim de yani her şeyi daha bilinçli yapmaya başladım. Her şeyin farkındayım şu an. Hani burada amaç kilo basmak ya da ne kadar ağır kilo basıyorsun gibi bir takım yanlışlıklar değil. Mesela göğüste kaç kilo yapıyorsun diye sordun ya bana, benim için kilo önemli değil.
Erkekler bakıyor spor salonunda onları bile komplekse sokabilecek bazı ağırlıkları kaldırıyorum. Ama hiçbir zaman bir yarışın içinde olmadım. Hani bakıyorum 60 kiloyu yapabiliyor muyum? Evet. Ama beni zorluyor mu? Ağrı yapıyor mu? Evet. Ellerimde o omuzumda bir şey hissettiriyor mu bana yanlış bir şey? Evetse o zaman yapmıyorum. Hangi kiloda daha rahat yapabileceksem daha rahat çıkarabileceksem, hani son setler dahi beni çok çok zorlamayacak bir ağrı yapabiliyorsa. Yapıyor ama squat bir anda bir patlama oldu 100 kilo yapabiliyorum. Ama 110’a 115’e zorluyor muyum? Hayır. Yani birkaç hafta sonra hani performansım biraz daha düşecekse başka bacak hareketleri daha ekleyeceksem antrenman programına, daha yoğun bir bacak antrenmanı çalıştığım zaman bu ağırlık düşecekse bu benim moralimi bozmaz. Çünkü amaç tamamen, beni zorlayacak ama rahat antrenman çıkarabilecek bir ağırlıktır.
Evet, aynı ben de öyle düşünüyorum. Burada şimdi son zamanlarda kendinizi daha küçük ağırlıklarla da zorlayabilirsiniz demeye başladılar. Biraz o tip şeyler konuşulmaya başlandı çok şükür, araştırmak lazım yani ayrı konular.
Doğrudur. Mesela şunu örnek vereyim ben sana. Omuzdan itişte 15’er kilo benim için çok komik bir rakam. Çok rahat yapabiliyorum. Hiçbir şekilde zorlamıyor. Ama kendime öyle bir omuz programı çıkardım ki ben, omuzlarım biraz küçük kalmıştı kollarımda biraz ince kalmıştı. Manyak gibi bir omuz programı çıkardım kendime. Her şeyi yükledim. Her şeyden koydum. Ve artık kaç kiloyla yapıyordum biliyor musun? 4 kilo + 4 kilo ile yapıyordum.
Bu aralar diğer şeyleri de söyleyelim. Omuz dedin ben çok rahatladım. Omuzda maksimum kaç çalışıyorsun?
Omuza maksimum kaç çalışıyorum? Yani basabildiğim, yüklenebildiğim en ağır kiloyu soruyorsan bunu denemedim, 30 kilo olabilir. Ama şöyle. Yani çok yoğun bir antrenman programında 30 kilo. Beni zorluyor mu? Zorluyor. Hani bunu yapmaya gerek var mı? Gerek yok.
Ben geçen yıllarda yüklenebildiğim en ağır, en büyük ağırlığı yükleniyordum ve sakatlıklardan hiç kurtulmuyordum. Kendimi çok yorgun hissediyordum. Dayak yemiş gibi yatıyordum. Dayak yemiş gibi kalkıyordum. Şu an onu yaşamıyorum, sürekli yorgunum. İnan yarışmaya böyle bir ay kala bak bir ay kala, birkaç gün demiyorum hüngür hüngür ağlıyorum. Bazen o kadar yorgun oluyorum ki, ağlayamayacak kadar yorgun oluyorum. Sonraya erteliyorum.
Haftada altı gün çalışıyorum demiştin, çok mu değil mi sence?
Yok, çok olduğunu düşünmüyorum.
Nasıl dinleniyorsun?
Nasıl dinlendiriyorum? Ben hani daha önce antrenmanımı yapardım, işe giderdim. İşten çıkardım, dolanır dururdum. Gezerdim.
Bölgesel mi çalışıyorsun peki?
Şimdi, bölgesel bölgesel çalışıyordum da, bakıyorum da yani hani bırak arkadaşlarla gezmeyi, gitmeyi şöyle diyeyim sana yarışmadan iki ay önce dans etmeyi bıraktım. Dans ediyordum, Latin dansları yapıyordum ve bıraktım. Dans hocalığı yapıyordum, bale öğretmenliği yapıyordum onu da bıraktım. Hani biraz daha ailem destek olunca ekstra yaptığım bütün işleri bıraktım. Çünkü bana inanılmaz destek oldular. Çok iyi antrenman yapıyorum. Çok iyi besleniyorum ve akşam 8’den sonra kendimi eve kapatıyorum. Hiçbir arkadaşımla görüşmedim bu süre zarfında. Hayatımda ilk kez iki ay sadece eşofmanla gezdim.
“Ailem Kızım Yapma Etme Dedi“
Ailen ilk başlarda nasıl karşıladı body-fitness yapmanı? Ciddi olarak başlamanı, şu anda nasıl karşılıyor? Çok destek olduklarını söylüyorsun ama bakışları nasıl?.
İlk hani ciddi anlamda başladığım zaman bu işe, aman kızım yapma etme dediler. Bu hani gerçek anlamda profesyonel yapan kişileri gördükleri için yurt dışındaki dergilerden bir şekilde yazılı basında, aman dediler. Çünkü bir anda herkesin öyle olabileceğini düşünüp korktular, onun için üzüldüler. Sonra bu başarılar gelince ve hani gerçekten korktukları sorun olmayınca şimdi çok gurur duyuyorlar. Şimdi hissediyorlar, daha yeni yeni hissediyorlar.
İnşallah daha da çok desteklerler. Aile desteği eşi bulunmaz bir şey, yerine bir şey koymak çok zor.
Aynen. Mesela buna şöyle bir örnek verebilirim. Yeğenlerim var. Birisi 6 yaşında, birisi 10 yaşında. Bir yıldır ciddi anlamda bir kulüpte jimnastiğe başladılar. Yani bir çocuğun 3-4 yılda ilerleyebileceği bir yolu yaklaşık 6 ayda ilerlediler. Bir gösterimde çıkıyorlar ve beni çok örnek alıyorlar. Amacı şu an benim gibi olmak. Okuldaki öğrencilerim de aynı şekilde çok özeniyorlar.
“Çocuğum Olursa Onu Mutlu Olduğu Sporda Desteklerim“
Senin bir gün çocuğun olursa bunu hangi spora yönlendirirsin? Hangi yaşta?
Fark eder mi kız erkek olması?
Etmez.
Etmez değil mi? Yani şöyle diyeyim, Allah nasip eder ve çocuğum olursa ben de çok isterim, sağlıklı olsun ama mutlaka spor yapsın. Eminim beni örnek almaya çalışacaktır.
Bence de.
Hangi spora yatkınsa onu yapsın. Hangisiyle mutlu oluyorsa onu yapsın. Yani mutluluk çok önemli. Hangi sporda tatmin oluyorsa onu yapsın. Ne isterse onu yapsın. Sonuna kadar desteğim olur. Çünkü ben kendimi bu sporda buldum. Yani bu sporda mutluyum.
Amin.
Ama en iyisi olsun.
Amerikan filmlerindeki psikopat babalar gibi olma da. Psikopat derken çocuğunun başarısına fazlasıyla kilitlenen öyle bir figür vardır ya, öyle bir tip vardır. Çocuğunun başarması için böyle onu çok zorlayan ama duygusal yönlerini ihmal eden.
Şöyle diyeyim ben sana. Daha önce çocukları 23 Nisan’da, 19 Mayıs’ta gösterilere hazırlıyordum. Bir anlamda gösteri öğretmeniyim ben. Yani şey diyorum, o güne kadar çok disiplinli çalışıyoruz. Şimdi günlük hayatlarına aynen yansıyor. Gösteri gününden bir gün önce prova alıyorum. Son prova. Bakın diyorum, yarın öğrendiğiniz her şeyi unutun. Orada gönlünüzden nasıl geçiyorsa öyle hareket edin diyorum. Tabi ki belirli bir koreografimiz var. Düzenimiz var. Her şeyi öğrenmiş oluyor o çocuklar. 23 Nisan ve 19 Mayıs’ta çocuklar dans ediyor orada, içlerinden geldiği gibi. Mesela şimdi yeğenime de aynı şeyi söylüyorum. Yarışmaya katılacaklar birkaç hafta sonra, bak diyorum, orada şunu çok iyi yaptın bunu çok iyi yaptın hiç önemli değil diyorum, sen bu işten keyif alıyorsan çık ve yarış, istemiyorsan yarışma diyorum. Ve hakemler senin rahatlığınla sen bu işi seviyor musun, sevmiyor musun yüzünde onu arayacaklar diyorum. Hiçbir şeyi umursama diyorum başka, sadece keyif al diyorum.
Çok güzel tavsiyeler gerçekten.
Teşekkürler.
Supplement kullanıyor musun? Evet ise neler?
Supplement kullanıyorum. Protein tozu kullanıyorum, aminoasit kullanıyorum, Kreatin kullanıyorum, BCAA kullanıyorum ve vitamin kullanıyorum. Mutlaka alıyorum vitamini.
Bunları ne şekilde kullanıyorsun? Miktar mı diyeyim, tarz mı diyeyim. Bunları hani üstünde yazar ya işte şunu şu kadar kullanın bu kadar kullanın diye, sanırım onlara birebir uymuyorsun?
Kilograma göre hesaplanır ya genelde bunlar, ben biraz kişisel hesaplıyorum mesela ona bağlı kalmıyorum. Ayrıca eforu da hesaba katıyorum. Diyelim çok şiddetli bir antrenman yaptım, dozunu artırayım diyorum.
“Derecelerim“
Derecelerinden bahsedelim mi biraz, şöyle topluca bir alalım mı?
4 tane Türkiye birinciliği, 2 tane ikincilik, 2 tane Ankara bölge birinciliği, 1 tane Türkiye üçüncülüğü, 1 tane Türkiye dördüncülüğüm var. Onlar ilk girdiğim yarışmalardı dördüncü ve üçüncülük.
“Aslında Kadınlar Kaslı Bir Vücuda Sahip Olmak İstiyor“
Dışarda insanlar ne gibi tepkiler veriyor? Şimdi bu vücut geliştirmeciler için az çok bildik şeylerdir. Abi o kası nasıl yaptın? Ben nasıl yapacağım falan gibi gençler tepki verir ama kadınlarda esasında bu işin nasıl olduğunu ben hiç bilmiyorum. Merak ediyorum yani.
Kas yapma işini, herkes soruyor bunu ama diyet gibi düşünüyorlar bunu. Pazartesi başladım Salı bozdum. O zaman bir daha ki Pazartesi’ni bekleyeyim. Hayır diyorum lütfen. Mesela bir hafta çok yoğunsunuz. Gelmeyin. İşte bir gün yapıyorsunuz bir gün ara veriyorsunuz ya diyorum. İki gün üst üste gelin. Diğer günleri telafi edersiniz hani çok düzenli yapamaz zaten bu işi en azından hiç yapmamaktan daha iyidir diyorum. Bu şekilde daha motive olmuş hissediyorlar kendilerini. Ama hepsi istiyor emin ol. Bayan, genç bir bayan, küçük bir kız. Soyunma odasında soyunurken bana şey dedi. Hani iğrençsin derler ya. Muhteşemsin dedi böyle. Hayatımda ilk kez bu cümleyi kurdu bana. Meğerse gerçekten herkes beğendiği için bakıyormuş.
Evet.
Çünkü bizim hocanın yardımcı hocası var orada. Bizim hoca biraz saldı kendini. Çocuk çok müthiş, ona da diyorum yarışmalara gir diye. Gerçekten çok iyi. O da bana bakıyorlar diyor. Acaba küfür mü ediyorlar diyor, acaba hoşlarına mı gidiyor diyor. Emin ol hepsi imrenerek bakıyor.
Kadınlarda bilmiyordum. Öğrenmiş oldum.
Kadınlar da öyle, kadınların soyunma odasını bilmediğin için buna cevap bulamıyorsun. 16 yıldır Ankara’nın her salonunda çalıştım şimdiye kadar. Kimsenin birbirinin gözü önünde soyunmaya cesaret yok. Birkaç tane bayanın dışında.
“Herkes Aynı Şeyleri Soruyor“
Senden spor konusunda tavsiye isteyenler oluyor mu? En çok kimler, neler soruyorlar?
Sedenter insanlar mı? Sporcular mı? Genel olarak mı acaba?
Genel olarak evet.
Yani şöyle diyeyim o zaman, vücudumdan spor yaptığım belli oluyor zaten. Herkes şey soruyor: Sporcu olduğunu tahmin etmiştik diyorlar. Bir otobüs yolculuğu da yapıyorsam, bir parkta oturmuş hani bir şey de içiyorsam herkes soruyor. Yani nasıl kilo verebilirim? Genelde herkes aynı şeyi soruyor nasıl kilo verebilirim ? Nasıl kas yapabilirim? İşte kadınlar daha çok bölgesel şikayetlerin söylüyorlar. Erkekler biraz daha kaslı olmak istiyorlar. Hepsi aynı şeyi soruyor. Yarışmacı olarak da hani erkek sporcular bile soruyor bunu. Bayanlar daha çok nasıl bir antrenman programı yaptığımı çok merak ediyorlar çünkü bayanlar maalesef çok amatör kalıyor. Kendilerini geliştirmeyi de ne diyeyim yorulmak istemiyorlar sanırım. Nasıl antrenman yaptığımı soruyorlar. Programımı, diyetimi soruyorlar. Erkekler de aynı şeyi soruyorlar ama hani işte sen neler yapıyorsun? İşte falanca supplement’i nasıl kullanıyorsun, şu markadan verim alıyor musun gibi.
Peki sence muhabbet için mi soruyorlar yoksa harbiden mi soruyorlar?
Sporcular gerçekten soruyorlar.
“Burnunun Ucunu da Kaldırayım İster misin?“
Peki şimdi bölgesel yağ yakma bilimsel olarak çok cüzi var, yok değil ama yok gibi denebilir. Yani çalıştırdığın bölgedeki yağların yanması. Kadınlar bunun çokça var olduğunu zannediyor. Şimdi sen bu kadınlara neler diyorsun yani bu bende bununla ilgili sayısız soru aldım. İşte yok benim kalçam, yok benim belim, yok benim kolum yok benim şuram buram, sürekli kadınlar senin dediğin gibi bölgesel bir şeylerle geliyorlar. Yani istiyor ki vücudumun hiçbir yeri değişmesini, sadece şu olsun. Sadece bu olsun gibi gerçekdışı istekleri var. Onlara ne söylemek istersin buradan.
Şimdi ben önce şöyle söyleyeyim de. Sana komik gelecek bana spor salonunda soruluyorsa büyük bir sabırla cümlelerine nokta koymalarını bekliyorum. Ne kadar sürerse sürsün. Ondan sonra da diyorum ki, burnunun ucunu da kaldırayım ister misin diyorum. Yani hani bir estetik kaygı görülüyor herhalde. Ama onun dışında hani bölgesel zayıflama diye bir şey var mı? Yok. Yani şöyle yok diyeceğim. İşte ben kilo veriyorum ama yüzüm küçücük kalıyor, kalçam kocaman kalıyor. Bunun önüne kimse geçemez. Yani sen ona göre kilo veriyorsun. İşte evet bölgesel zayıflama yok neden işte sen yüzde dört oranında yüzünden veriyorsan yüzde dört oranında kalçandan veriyorsun bu kiloyu. Yüz o yüzden minik kalıyor, kalçan hâlâ büyük. Ama yediklerine içtiklerine bunu bir tavsiye olarak soruyorsun, ona göre cevaplayayım. Yediklerine içtiklerine kesinlikle dikkat etmeliler ve bunu hani bir rejim dönemi, bir diyet dönemi olarak görmemeliler. Hayatları boyunca sağlıklı beslenmeleri gerekiyor. İhtiyaçları oldukları oranda yemeleri gerekiyor. Mesela kışın daha çok karbonhidrata ihtiyaçları varsa yazın daha çok sebze meyve ağırlıklı yemeleri gerekiyor. Yani nasıl beslenmeleri gerektiğini çok iyi bilmeleri gerekiyor. Vücudun hangi dönemde ne kadar çalışmaya ihtiyacı varsa ona göre de spor yapmaları gerekiyor. Yani bunun dışında hani şöyle bir bölgesel zayıflama ya da gelişim olabilir. Hani omuzları daha düşüktük, kolları işte belirli bir yaştan sonra daha çok deforme oluyor, sallanmalar sarkmalar oluyor. O bölgeyi daha çok çalıştırarak, daha çok toparlayıcı hareketler diyebilirim buna.
Ama işte daha çok güçlendirici fitness ağırlıklı program yaparak işte karın bölgesine de daha çok set yaparak oradaki yağ miktarı daha aza indirmeli, daha çok güçlendirmeli ki, vücut da korusun kendini, bir dengeyi sağlasın. Ama her bölgeyi eşit miktarda çalıştırmalı. Yani nereden şikayetçiyse orayı daha fazla işte ne diyeyim daha çok güçlendirmek gerekiyorsa, kas yapmak gerekiyorsa biraz daha ağırlık çalışmalı.
Yani bunu yaparken de her bölgeyi çalıştıracağım diye 3-4 saat mi çalışsınlar?
Asla, yani 1 saatin üstüne, kardiyoyla birlikte 1 saat sonra salondan çıkmış olması gerekiyor sedanter bir insanın ve mutlaka haftanın 2 günü aralıklarla dinlenmiş olması gerekiyor. Yani 2 gün üst üste değil de işte hani 3 gün spor yaptı 1 gün dinlensin 3 gün spor yaptı olabilir.
“Haftada Bir Gün Halı Sahaya Gitmek Spor Sayılmaz ve Asla Önermem“
İnsanlara yaşlarına göre hangi sporu öneriyorsun, çocuklar, gençler, orta yaş ve yaşlılar dersek?
Şimdi çocuklarda ne gibi spor branşına ciddi anlamda yeteneği var bu denemeden asla bilemez. Ama 5 yaş itibariyle yüzme jimnastik mutlaka yapmalı. Hem postürü oturtmak için hem kaslarını çalıştırmak için. Sonraki yaşlarda zaten artık branşlaşma başlıyor. Hangi branşa yeteneği varsa bu anlamda bir şeyler yapabilir. Onun dışında gençler için spor salonları vazgeçilmez, amatör olarak yapıyorsa, bir spor salonunda fitness yapabilir haftada üç gün. Ders yoğunluğu çok fazlaysa iki gün, yanında yüzme olabilir. Onun dışında orta yaş grubu için, orta yaşlarda 30 ve 40 a kadar yine fitness programı olabilir. Yüzmeyi mutlaka öneririm. Hemen hemen hepsine. Onun dışında bu arada söyleyeyim, spor yapmak şu değil, haftada bir gün gideyim halı sahada futbol oynayayım. Bu asla spor değil ve asla yapılmaması gereken bir şey.
Çok doğru.
Sen hiç spr yapmamışsın haftada bir gün gidiyorsun, en yoğun bir şekilde vücuduna bunu yapıyorsun yani. Zaten kalbi de yoruyor. Kalp krizi de bundan kaynaklanıyor. Onun dışında orta yaş üstü için yapabilecekleri en iyi, en ideal spor bir spor salonunda yapılandır. Yani fitness yapmaktır. Hafif bir program var. Çünkü kas zamanla tamamen yer çekimine uğruyor. Kendi paltosunu bile giyemeyecek duruma geliyor. Tabi fitnessi öneririm tabii yine yüzmeyi öneririm. Kalkıp o yaşta halter yapacak ya da kalkıp yarış yapacak değil.
Türkiye’de fitness konusunda hani son zamanlarda yoğun bir reklam kampanyası başladı diyebiliriz birtakım yayınların artmasıyla falan filan. Yani supplement üreticileri, satıcıları fitnesse destek oluyor ama bunu da sonuçta kendi çıkarları için yapıyor. Amaç sıradan insanlara ihtiyaçları olmasa bile daha çok supplement satmak olabilir mi? Bu durumu nasıl yorumluyorsun?
Para kazanmak için yapıyorlar bunu. Sana, ilk sorulan sorulardan birisinde bunun cevabını vermiştim. Yurt dışında çok daha fazla kullanılıyor bu.
Ben supplementsiz yapılabildiğini biliyorum, bunu sen de biliyorsun. Ama sen daha profesyonel olduğun için desteklemek zorunda olduğunu hissediyorsun ve senin için gerçekten gerekebilir bu ayrı bir konu. Ama şimdilerde herkes için “supplementsiz olmaz” mantığını getirmeye çalışıyorlar. Ben şahsen buna karşıyım. Ben zaten protein tozundan amino asite, multi-vitamine kadar birçok şeye karşı değilim ama insanların eksik ve bilerek yanlış bilgilendirilmesine karşıyım. Ben açıkçası senin nasıl düşündüğünü merak ediyorum, insanlara sen önerir misin? Bak bunu da soruya ekleyelim. Nasıl yorumluyorsun bunu? Sen insanlara ne derece supplement önerirsin?
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, A sporcusu bana gelip abla, bizim onları kullanmamıza gerek yok, biz alacağımızı zaten alıyoruz diyorsa orada düşünmek lazım. Onun dışında hayatında hiç spor yapmamış, üç ay spor yapıyor ya işte ben şişmedim, hadi bunları kullanayım. Manyak gibi bunlardan kullanıyor. Ekstra salonda gencecik bir çocuk söylüyordu, 11 aydır bunları kullanıyor diyor. Yani benim bile yarışmaya hazırlanırken bir ay sadece bir ay kullandığım bir ürünü, yılda iki kez kullandığım bir ürünü çocuk 11 aydır alıyormuş. Ya sen deli misin ya? Hani az önce örnek verdim ya 5 gram kreatin 1 kilo ete eşit. Evet kullanmamız gerekiyor. Ama ben kendim için söyleyeyim, kendim adına cevap veriyorum. Benim vücudum hiç çökük değil. Ben ibadet eder gibi spor yapıyorum ve ibadet eder gibi yemek yiyorum. Açlıktan ölüyor dahi olsam hiç sevmediğim bana bir faydası olmayan bir yemeği yemem. Çok iyi antrenman yapmam gerekiyor, çok kaliteli beslenmem gerekiyor. Takviyedir supplement, zaten bu ek besin maddesidir, takviye amaçlı kullanıyorum. Kullanıyorum, çünkü eksiğim var, çünkü ihtiyacım var. Tek başına supplement hiçbir işe yaramaz. Yani birinci, çok kaliteli beslenmek zorundasın, çok düzgün beslenmek zorundasın, bunu nasıl işte kilona göre hesaplayarak dozunu kullanıyorsan kilona göre alman gereken işte tavuk mu yiyorsun, kırmızı et mi yiyorsun onu da almak zorundasın. Onun dışında ekstradan almak zorundasın bunu. Ben o gözle bakıyorum yani. Profesyonel bir spor yapıyorsan her branşa göre değişiyor. Evet kullanmamız gerekiyor. Ama amatör olarak yapıyorsan biraz kaslı olayım, işte kızlar bana baksın asla önermem. Hiçbir şekilde önermem. Çünkü bizim için bile birincil olan beslenmedir. Ondan sonra antrenmandır.
Ben de hayatımda ilk kez kullandım supplementi. Daha önce 2007 de kullanmıştım sadece 1 ay. O kadar. Ondan sonra bırakmıştım. Şimdi çok ciddi anlamda kullanıyorum. Yani inan saatimi kuruyorum, aç karnına içmem gereken var onu içiyorum. Yatıyorum ondan sonra kalkıp kahvaltı yapıyorum, verimini gördüm. Ama mesela şu an iki hafta oldu hiçbir şekilde ağzıma dahi sürmüyorum. Çünkü vücudun dinlenmesi gerekiyor. Sorun değil mesela Ekim’de dünya şampiyonası var, seçmeleri var daha doğrusu. Ona hazırlanacağım. Ama daha az yorularak hazırlanacağım. Çünkü hedefim bir dahaki Avrupa şampiyonluğu. İnşallah Allah nasip ederse yani içimde bir tecrübe olsun diye girip çıkacağım. O yüzden bir daha formumu bozmak, kendimi yormak, zayıflamak istemiyorum. Ama bir tecrübe olarak girmek istiyorum. İnşallah bir dahaki Avrupa şampiyonluğunu istiyorum .
Spor yayıncılığı konusunda medyamızda sence ne gibi eksiklikler var?
Bizim branştan söz ediyorsak tabi ki hiçbir şekilde yer verilmiyor. Yani insanlar belki hayatlarında bir kez duydular ve gördüler.
Bizim dergimizi nasıl buluyorsun?
Bir kere o röportajı okudum. Ben çok beğendim, çok profesyonel çalışılmış. Yani neden haberim olmadı üzüldüm mesela. Çünkü bizim hani kendi içimizdeki sitelerimizde hiçbir şey verilmiyor. Hani kenarda küçücük bir sütunda birkaç link, var işte. E, supplementler, yok işte dopingin zararları. Hep aynı, klişeleşmiş şeyler. Ama sizi okuduğum zaman eyvah dedim, ben daha önce niye görmedim bu siteyi. Takip edemedim ama yoğunluktan.
Sonra da sen bir istersen tekrar bak, eleştirilecek şeylerde görürsün belki. Ben memnun olurum yani bir yanlışımı söylersen memnun olurum.
Ben çok beğendim siteyi. Şu anlamda yani, birkaç tane yazıya çok hızlı göz gezdirdim. Sonuna kadar okudum, yani bu işle ilgili geyikler yazılır. Tamamen kısa ve öz yazılmış. Onun için farklı bir şeyler yazılmış. Diğer sitelerdeki gibi hep aynı şeyler yoktu. Gayet güzel bir site olmuş.
“Zinde Türkiye Okurları Kendilerine Sporla Ödüllendirsin“
İmkân olsa daha da iyi olacak ama, bakalım. Peki bizim okurlarımıza neler söylemek istersin?
Bu çok şey bir soru oldu. Geniş kapsamlı bir soru oldu. Biraz daraltırsan cevap verebileceğim.
Nasıl cevap vermek istersen X, ne geliyorsa içinden. Hep soru-cevap üzerinden gittik, bak artık hiçbir sorumuz kalmadı. Şimdi ne söylemek istiyorsan bir şey söyler misin?.
Yani sadece fitness için demiyorum ne sporu olursa olsun mutlaka haftada 2 gün ya da 3 gün bir spor branşı yapsınlar. Hani bunu ev hanımları için de söylüyorum. Biraz daha ciddi bir iş yapsınlar ve bunu yaparken de bencil, hani insanlar derler ya hep veriyoruz, hep veriyoruz. Bencil olmayı öğrenemiyoruz ya, bencillik yapabilecekleri, kendilerini şımartabilecekleri tek alan kendilerine zaman ayırdıkları bir spor faaliyeti. Farklı bir yürüyüş olabilir, bir yüzme olabilir, ne olursa olsun, bir fitness olabilir. Yeter ki kendilerini bu şekilde şımartsınlar, bu şekilde ödüllendirsinler. Bu yani, başka bir şey demiyorum.
Teşekkürler, eminim okurlarımız sözlerinden faydalanacaktır. Son olarak neler söylemek istersin?
İnsanlar diyor ya niye yapıyorsun bunu? Hani, dedim ya bayrak dalgalandırmak tamam. Bu bir onurdur, bu bir güçtür, bu bir erktir. Kendi için de ne bileyim var olan bir savaştır belki. Bir şeyi ispatlamak asla değildir. Hani onun dışında da magazinden şundan bundan örnekler verdin ya. Ben mesela televizyon izlemiyorum, kim ne yapmış umurumda değil. Yayına kim çıkmış hiçbir şekilde umurumda değil. Ben şeyi özledim gerçekten, hani benim zamanımda, benim çocukluğumdaki o kültürel birikimi özledim. Hani ona ne oldu? Mesela bunu çok özledim, gerçekten çok özledim. Ve her insan o kadar değerlidir ki… Ama kendimize değer verdiğimiz kadar önemliyiz. Bunu söyleyebilmek çok önemli. Bu yani.
İlk yorum yapan siz olun