İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türk sporu da çağ atlayacak mı?

Çağ atlamış (!) bir Türk sporcusu. [Temsilî]
Çağ atlamış (!) bir Türk sporcusu. [Temsilî]

Yazan: İlşad Özkan

2011 yılında açılışı “Erzurum’a çağ atlatacak” cümleleriyle gerçekleştirilen kayak sporu tesislerinin bir kısmı, geçtiğimiz günlerde heyelan dolayısıyla yıkıldı. Yıkılma anı kameralar tarafından kaydedildi. Önce gelin, Erzurum’u çağ atlarken izleyelim, buyurun…

Biliyorsunuz, bu tesisler oldukça uğursuz bir olayla hizmete başlamıştı. Bu tesislerde antrenman yaparken, “zorunlu olan güvenlik fileleri olmadığı için” canını kaybeden genç sporcumuz Aslı Nemutlu, ülkemizde spora verilen değeri gösteren kurbanlardan sadece biriydi. Geçmiş yazılarımda da dediğim gibi, sporda başarının temeli insana yapılan yatırımdır, tesis yapmakla, inşaatla sorunları çözmek mümkün değildir. İnsana verilen değer ise, elbette önce can güvenliğini sağlamakla başlıyor.

Bir tesisin uluslar arası güvenlik standartlarına uygun olmayışının cevabı bile henüz verilmemişken, aynı tesisin heyelan gibi “öngörülebilir, önlem alınabilir” bir doğa olayında yıkılması, benim daha önceki yazılarımda ifade ettiğim “Ne yazık ki devletimize spor ve sağlıklı yaşam konusunda henüz güvenemeyiz,” tezinin de bir başka ispatı. Aynı olayın sporcular varken cereyan ettiğini düşünsenize? Bu olasılık da pekala mümkündü. Böyle bir durumda giden canları kim geri getirebilirdi?

100 milyon TL harcanırken denetlenmedi mi?

Tesislerin 100 milyon TL’ye mal olduğu söyleniyor. Sanırım ihaleyi alan firma heyelan gibi en temel yapı risklerinden biri karşısında aciz kalmış, yahut ihmalde bulunmuş. Peki, bu ihaleyi, şartnameyi, inşaatı denetlemesi gerekenler kimlerdi? Nasıl bir denetleme yapmışlardır? Örneğin, Aslı’yı öldüren file yokluğunu göremediler mi? Yahut, buranın heyelan riski 2011’de yok muydu, öngörülemedi de yeni mi türemişti? Yoksa, Soma faciasında yaşandığı gibi yine bir devletin denetim ihmali mi söz konusu? Garip değil mi, çağ atlamak sevdasında olan bir ülkede sürekli devletin ihmaline dayanan can ve mal kayıpları yaşıyoruz. Olayları biraz eşelesek, usulsüzlükler diz boyu imiş…

Ekmek paramızı geri verin

Şoven bir söylem gibi gelebilir, peşin hüküm vermeyin, açıklayayım. Bildiğiniz gibi her bir Türk vatandaşı, aldığı ekmekten içtiği suya kadar devlete vergi geliri sağlamaktadır. Yani, devletin her bir kuruşunda, her birimizin hakkı vardır. Dolayısıyla kamuya ait tesislerde de hepimizin parasıyla yapılmıştır. Madem ki bizim paramızı olması gerektiği gibi kullanamıyorsunuz, öyleyse, geri verin? Devlet ihmaline dayalı can kayıplarının ayniyle karşılanması mümkün değildir, öyleyse en azından nakdi kayıplarımızı bize iade edin. İnanın bana, böyle bir şey yaparsanız biz sizden daha iyi ihale verir, daha iyi denetim yapar, daha sağlam ve her türlü standarda uyan güvenilir, uzun ömürlü, gönül rahatlığıyla hizmet alabileceğiniz tesisler yaparız. Türk halkı buna muktedirdir, nice birinci sınıf meslek erbabımız vardır; muktedir olmayan, muktedir olması gereken devletimiz midir? Yok eğer devlet muktedirse, neden bu ihmale dayalı facialar yaşanmaktadır? Devletimiz niçin en temel görevleri konusunda acziyete düşmektedir? Bunların sebebinin açıklanmasını istiyoruz. Bilmiyorlarsa, bulamıyorlarsa, bize fırsat versinler biz hepsini tek tek buluruz. Türk halkı buna da muktedirdir.

Tesisler sigortalıymış…

Diyorlar ki tesisler 15 yıl garantiliymiş, dolayısıyla düşünebiliriz ki, bu firma bu tesisi yeniden yapacak. Henüz hiçbir şey belli değil, olay çok taze, firmanın ne yapacağı falan belli değil. Ya hu firma tesisi yeniden yapsa ne olacak? O firmanın parası da bizim millî servetimizden sayılmaz mı? Yıkılan tesis yapılırken verilen emek, akıtılan ter, harcanan para… bunlar bizim değil miydi?

Bakanlık ne diyor

16 Temmuz 2014 tarihinde Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç olayla ilgili bir açıklama yaptı. Yüreklere su serpecek türden açıklama, tahmin ettiğiniz gibi “söylenmesi gerekenler” üzerine kuruluydu. Ben bıktım bu işten, bir felaket yaşanmadan önce her türlü ihmale göz yumulacak, sonra da bir olay olunca beylik laflarla insanlar yatıştırılacak. Ben yatışmıyorum, çünkü ben bu tutumdan usanmış bir insanım. Örneğin seneler önce biber hapıyla ilgili buradan apaçık yayın yapıp onbinlerce insana ulaştığımda, devleti göreve davet ettiğimde, devlet neredeydi? Sonra 3 kişi ölünce birtakım şeyler yaptılar ama, önceden önlem alması gereken ideal bir devleti bırakın, benim bile ağzıma düşmüş, uyardığım bu konuda neden can kaybı yaşanması beklendi? Ya da şu DNP olayını ele alalım, apaçık “öldürür” dedim, sonra Şahin İrencin’i de kaybettik ve olayın arkasından yine beylik laflarla durumu kurtardılar. İnanın bana, bu kişilere ben uyardığım dönemde dur denseydi, bu olay soruşturulsaydı Şahin İrencin’in de bu ürünleri kullanması önlenebilirdi.

Türk sporunu düşünen sorumluluğunu yerine getirsin yeter

Yetkililer, sorumluluklarını yerine getirsinler. Başka bir şey istemiyoruz. Eğer işler doğru, dürüst, sorumluluk duygusu ekseninde her medeni ülkedeki gibi ilerlerse, bu tip göz göre göre yaşanan felaketlerin önü kesilir. Ancak, siyasi atmosferin etkisi her türlü kuruma girmiş diyorlar, diyorlar ki, makam ve mevkiler liyakate göre değil, siyasete göre veriliyormuş…

Mevlana adalet olgusunu tanımlarken, “Bir şeyi, yerine koymaktır,” ifadesini kullanır. Yani, hakkaniyet ve liyakati esas alır. Bunu yerine getiren milletlerde işler yolunda gider, çok münferit olaylar yaşanabilir, yerine getirmeyenlerde ise hiçbir şey yolunda gitmez. Mevlana’dan örnek verdim zira bizim rehber edindiğimiz bilim dallarında öne çıkan isimler versem “elin gavuru” diye kimse ciddiye almazdı. Gerçi, her zaman “elin gavurlarına” muhtaç değiliz, örneğin Mimar Sinan gibi dünyaya âdeta imzasını atmış isimlerimiz olmuş, onların sadece “sorumluluk duygusunu” taşıyabilseler, bu bile nice sorunu önleyecektir.

Ne yazık ki sorumluluk duygusunun yerini “rant ve rüşvet” duygusunun aldığını söyleyenler oluyor. Duymak istemiyorum, duysam da inanmak istemiyorum; “yoktur, olamaz,” diyorum çünkü kişisel çıkar için milyonlarca insanın hakkını yiyebilen insanlarla bir arada olduğumu kabul etmek istemiyorum. Belki de, kendimi kandırıyorumdur…

Biz kendimizi kandıralım veya kandırmayalım, yeri geldikçe de kendi konularımızda uyarılarımızı yapıyoruz. Siz iyisi mi, devletimize kaybolan güvenimiz yeniden gelene kadar, bizim konu başlıklarında bizi takip etmeye devam edin. Yoksa, bakanlık onaylı bir hap yüzünden ölebilir, yahut yine bakanlık onaylı bir tesisin kurbanı olabilirsiniz (her iki cins olay da yaşandığına göre…). Biz en azından, kendimizi biliyoruz, halkımızı satmıyoruz, insanlara ihanet etmiyoruz.

Benim gibiler çok var, biliyorum. İşini iyi yapan, insanlığa ihanet etmeyi düşünemeyen, para pul yahut makam ve mevki için vicdanından, insanlığından, şerefinden, haysiyetinden, dürüstlüğünden vazgçemeyenler çok var. Biz belki saray yavrusu villalarda yaşamadığımız için gözünüze batmıyoruz, belki görevini yerine getirmediği için zengin olanlar bizi kendileri gibi lüks araçlar içinde değiliz diye görmüyor; ama, biz varız, buradayız ve burada olacağız.

Eğer sorumluluğunu bilerek yerine getirmeyenler varsa bilsinler ki; bizim mezarlarımıza çiçek bırakacaklar, sizin mezarlarınıza tükürecekler. Bizim oğullarımızın alınları ak, başları dik olacak, yüreklerinde bizden öğrendikleri insanlık sevgisi olacak; sizin oğullarınız başı eğik, korkakça, sinsice yaşayacak ve sizden öğrendiklerini uygulamak için fırsat kollayacak.

Bunun için bizler, devlet yetkililerine sesleniyoruz: Kötüyü değil, iyiyi seçin, çünkü her insan gibi öleceksiniz (hatta yine bana inanmazlar, ben bir Kuran âyetiyle ifade edeyim: “her nefis ölümü tadacaktır”) ve her insan gibi mezarlarınıza birisi uğrayacak. Kimin geleceğini seçmek sizin elinizde değil ancak, gelenlerin ne yapacağını belirlemek, genelde sizin elinizde.

Biliyorum, bu dünyanın sonrasını işaret ederek bitirdim sözlerimi. Biliyorum, buna pek alışık değilsiniz. Malumdur, Atatürk’ün dediği gibi “ilhamını hayattan alanlardanım”, akıl ve bilim, vicdan ve iyi niyet gibi değerlerin rehberliğinde iyiliği hakim kılmak isteyenlerdenim. Fakat öyle bir döneme girdik ki, biliminsanlarımızdan çok müezzinlerimizin, vaizlerimizin ağzına bakılır oldu; öyle bir döneme girdik ki, biliminsanlarımız bile vaiz mi değil mi ona göre seçilir oldu, ve bazı müezzinlerimiz öyle bir hâle gelmiş ki, inananların muhtaçlara yardım için bağışladığı paraları ceplerine indiriyorlar (biliyorsunuz video kaydı dahi çıktı). Yani, günümüzün sorunu artık münferit ihmallerden fazlası olabilir; sorunumuz, ihmaller dizisi yaratan sistemli bir akıldışılık, sistemli bir bencillik, sistemli bir din bezirgânlığı üzerinden liyakatsiz kadrolaşma olabilir.

Dilerim bu sorun ve bu sistem, devletimizi emanet tutan yöneticilerimizde yoktur… Eğer varsa, kayak atlama kulelerinden çok daha fazlası mutlaka yıkılacaktır sanıyorum. Onun için ne olur devleti akılla, bilimle, vicdanla ve hepsinden önemlisi hukukla yönettiğinizi gösterin, cümlemizi ikna edin. O zaman göreceksiniz, Türk sporu gerçekten çağ atlayacak ve çağdaş olacaktır.

Hiçbir şeyi anlayamıyorsanız şunu anlayın: Asılsız laflarla çağ atlanmaz. Asılsız laf edenin lafı, döner dolaşır geç de olsa kendini vurur. Onun için, bizi düşündüğünüz zaten yok, bari kendinizi düşünüp susun da, boş laflarla kafamızı kızdırmayın en azından…

Bu yazı kanunen tescillenmiştir.

Fotoğraf: Bu yazıdaki fotoğraf(lar) DepositPhotos.com veya ShutterStock.com’dan temin edilmiştir. Zinde Türkiye Sağlıklı Yaşam ve Spor Dergisi, bodytr.com

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir