
Su uyur, cehalet uyumaz! “Türk yiğitlerinin beslenmesi” safsatası
Yazan: İlşad Özkan
Facebook profil sayfamı ,özellikle son yazılarımdan takipçilerimi haberdar etmek için açık tutuyorum. Zaman zaman başka konularla da etkileşimim oluyor dolayısıyla. Bugün ise, aslında birkaç yıl önce gördüğüm bir metnin videolu versiyonunu gördüm. Bu videoda, ölçüsüz yemenin aslında çok sağlıklı olduğu, “sağlıklı yaşam adıyla pazarlanan hemen her şeyin yalan dolan olduğu, diş mihraklarça bilinçli olarak düşürülmek istendiğimiz bir tuzak olduğu” gibi iddialar vardı. Bu metnin kimin tarafından hazırlandığını bilmiyorum, internette anonimleşen çalışmalardan biri. Belki de bir mizah kitabından yazarın ismi verilmeden alıntılandı, belki birisi mizah amacıyla yazdı ve sonradan çokça paylaşıldı, belki de söylentilerdeki gibi bir kebapçının broşüründe vardı. Kaynağını bilmiyorum ancak bu videoda söylenenler tehlikeli etkilere sebep olabilecek türden. Bu sebeple önce aşağıya ilgili videoyu ve videonun metnini ekledim, ardından da satır satır videodaki iddiaları değerlendirdim. Bu yararlı çalışmayı dostlarınızla paylaşmanızı ve bu bilgi çarpıtmasının önüne geçmede bana destek olmanızı temenni ediyorum.
Yiyin kardeşim, korkmayın yiyin dezenformasyonu yapan video
Aslında bir mizah çalışmasından öte gidemeyecek aşağıdaki video veya içerdiği metin, pek çok kişi tarafından ciddiye alınmakta, bir beslenme rehberi gibi benimsenmektedir. Bilmelisiniz ki, kimse ölçüsüzce yiyerek iyi bir forma girmediği gibi, iyi bir forma girenler de yemeyi içmeyi bilenlerdir. Ayrıca, form durumunu umursamıyorsanız şunu bilmelisiniz: Etlerde de bulunan hayvansal proteinleri almak sağlık ve kuvvet için gereklidir, ancak tarihte hiçkimse sırf kebap ve baklava yediği için yiğitleşmemiştir.
Yiyin kardeşim yiyin, korkmayın, yiyin! Diyet, perhiz, rejim gibi faaliyetler, hedefte Türk delikanlılarının ve genelde de Türk milletinin devamını engellemek için dış mihraklar tarafından gündeme getirilmiş şuurlu bir düzmecedir. Gaye, eskiden bir koyunu, bir oturuşta götüren dev gibi babayiğit atalarımızı ve tarlada doğum yaptıktan sonra bebeğini kundaklayıp, elde orak tarlada çalışmaya devam eden Türk kadınlarını; kalori hesaplayan, hapşırınca yatağa giren, fitness ve aerobik yapan çıtkırıldım tiplere dönüştürmek ve büyük Türk ırkını Çinliler, Japonlar gibi sıska, zayıf ve sağlıksız bir ırk hâline getirmektir. İcabı halinde 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren bir babayiğidin, kalori hesaplayan, yoğurtlu kebabı reddeden bir züppe hâline getirilmesinden daha büyük bir soykırım olabilir mi? İç yağının, kuyruk yağlarının, tereyağının kolestrol yaptığı palavradır. Kolestrol, kebapları yedikten sonra iki şişe soda içerek ayarlanabilecek bir gaz durumudur. Sakın bu oyuna düşmeyin. Feminizm, kadın hakları, çevre şuuru ve eşitlik adı altında Türk kızlarının akılları çelinerek, yemek yapmayı bilmeyen, bizim istikbalimiz olan yavrularını, abuk subuk yiyeceklerle yetiştirecek, damak zevki gelişmemiş, sunta kılıklı diyet bisküvilerini yiyecek sanan bir hale getirmişlerdir. Ayrıca kör olası dış mihraklar, bu kızlarımıza kebap, soğan, çiğ köfte vb. lezzetleri yiyen, bardak bardak şalgam suyu içen yiğitlerimize “hanzo, kıro” gibi sıfatlar takmayı öğretmişlerdir. Ayrıca son yıllarda moda gibi gösterilmeye çalışılan Çin mutfağı diye bir şey yoktur. Bu sözde mutfak, acayip zerzevat ile acayip mahlukatın, wok adı verilen bir tencerede yarı pişmiş yarı çiğ olarak hazırlanıp insanlara eziyet olsun diye sopalarla yenmesinden ibaret bir hokkabazlıktır. Sakın kanmayın, sakın yemeyin. Siz kebap, ciğer, kavurma, nohutlu dürüm, beyran, kuru fasulye, çorba, ayşekadın taze fasulye, kebap gibi şeyler yiyin, baklava yiyin. Unutmayın; su uyur, düşman uyumaz!
Metindeki ekleme ve çıkarmalar
İnterneti araştırdığımda bazı yerlerde metindeki “tereyağı” ifadesinin “Vita yağı” olarak değiştirildiğini gördüm. Ayrıca, video metnindeki sondan ikinci cümle, internetteki yazılı versiyonda yoktur.
Metindeki iddialar ve gerçekler
İDDİA: Yiyin kardeşim yiyin, korkmayın, yiyin! Diyet, perhiz, rejim gibi faaliyetler, hedefte Türk delikanlılarının ve genelde de Türk milletinin devamını engellemek için dış mihraklar tarafından gündeme getirilmiş şuurlu bir düzmecedir.
GERÇEK: Bu ifadeler düzmece değildir. Beslenme bilimi, akademik anlamda pek köklü olmadığından, anlamı, önemi ve özellikleri yeni yeni anlaşılmaktadır. Hayatımızda istisnasız çok önemli bir yer tutan beslenme hakkında bildiklerimiz arttıkça, bu konuların gündeme gelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Ayrıca, tıp tekniklerindeki gelişmelere karşın beslenmeye bağlı hastalıkların hâlen önemli bir sorun olması da kamuoyunun dikkatini beslenme ve diyet konularına çekmektedir. Bunların yanı sıra, fiziksel olarak “daha güzel” olmak isteyen insanlar da kaçınılmaz olarak özel diyetler peşinde koşmaktadır. Eğer tüm bunlar dış mihrakların oyunuysa, o dış mihrakın uzayda, başka gezegenlerde aranması gerekir çünkü başta gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın her yerinde bu konular gündemdedir. İdeal olan, kişilerin beslenme bilincinin bilimsel temelli olarak yükselmesidir.
Osmanlı devrindeki yaş ortalaması içinse fikir vermesi açısından şu yazımı okuyabilirsiniz: Osmanlı’da halk sağlığı
İDDİA: Gaye, eskiden bir koyunu, bir oturuşta götüren dev gibi babayiğit atalarımızı ve tarlada doğum yaptıktan sonra bebeğini kundaklayıp, elde orak tarlada çalışmaya devam eden Türk kadınlarını; kalori hesaplayan, hapşırınca yatağa giren, fitness ve aerobik yapan çıtkırıldım tiplere dönüştürmek
GERÇEK: Babaannemin amcalarından biri de, birkaç bin koyuna sahip olmanın da getirdiği rahatlıkla, bir değil birçok kez bir kuzuyu (koyun değil) bir oturuşta mideye indirirmiş. Aynı kişinin erken yaşta vefat etmesinin yorumunu ise sizlere bırakıyorum. Ayrıca, doğum yaptıktan sonra durup bu özel anı özümsemek yerine bir hayvan ya da bir köle gibi çalıştırılmak zorunda bırakılan kadınların yüceltilmesine saygı duymuyorum.
Kaldı ki bizim kültürümüzde böyle bir şey yoktur, doğumdan sonra kadınlar “lohusalık” denilen özel bir dinlenme dönemi geçirirler ve bu dönemde kendilerine yardımcı olunurdu. Yaşam şartlarının daha ağır olduğu kırsal kesimde ise bu bilinç gelişmediğinden kadınlar bu haktan yoksun bırakılabiliyorlardı. Kalori hesabı ise genel olarak sürdürülebilir bir uygulama değildir ancak kilo verme veya kilo alma sürecinde bilinçli bir kalori hedefine uygun beslenmek faydalıdır. Sporcular ise zaten kalorisi hesaplanmış şekilde beslenir. Benzer şekilde, toplu yemek yenilen yerlerde, personelin ihtiyaçlarına göre yeterli ve sağlıklı besin ve kalori değerinde, özel hesaplanmış yemekler servis edilmektedir. Gelişigüzel yemek dağıtılması ve bunun ölçüsüzce tüketilmesinin, başta tüketenler olmak üzere, kimseye faydası olmayacaktır.
Fitness yapanlar eleştirildikten sonra aşırı zayıf manken resimleriyle bu iddianın desteklenmesi de gerçekçi değildir. Öncelikle, o mankenler fitness yapmamaktadır; ikinci olarak, fitness yapanlar, yapmayanlardan daha güçlü, dayanıklı ve sağlıklıdır. Bu, tartışma kabul etmeyecek derecede ispatlanmış bir gerçektir.
İDDİA: ve büyük Türk ırkını Çinliler, Japonlar gibi sıska, zayıf ve sağlıksız bir ırk haline getirmektir. İcabı halinde 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren bir babayiğidin, kalori hesaplayan, yoğurtlu kebabı reddeden bir züppe haline getirilmesinden daha büyük bir soykırım olabilir mi?
GERÇEK: Çanakkale Cephesi’nde 240 veya 275 kilogram ağırlığında olduğu söylenen top mermisini sırtlayıp topa süren ve ateşleyerek İngiliz düşman savaş gemisini Boğaz’ın derinliklerine gönderen millî kahramanımız, Seyit Onbaşı’dır. Bu olağanüstü performansı gerçekleştiren onbaşı Seyit Ali’nin, bu sebepten kaburgalarının kırıldığı söylenmektedir. O ünlü fotoğrafı ise temsilî bir tahta mermiyle çekilmiştir. Seyit Onbaşı’yı daha 50 yaşındayken vereme kurban verdik, ona, o dönemlerdeki birçok kahraman gibi layıkıyla bakıp yaşatamadık.
Rahmetli Seyit Onbaşı yoğurtlu kebapla büyümemişti, kendi hâlinde bir ormancıydı ve Çanakkale cephesinde neredeyse aç biilaç düşmanla savaşıyordu. Bugün kebapçıları dolduran ve tek dertleri vergi kaçırmanın yeni yöntemlerini araştırmak olan, kendilerini “iş adamı” olarak tanımlayan güruhun onun hatırası üzerinden kebap yemelerine cevaz çıkarmasını anlamak mümkün değil doğrusu. Gerçi yesinler, mümkünse hiç durmadan günde 6 sefer çift porsiyon kebap yesinler de onlardan tez zamanda kurtulalım. İşin aslı; ne yediğini, ne kadar yediğini bilmek züppelik olmadığı gibi, ölçüsüzce ve bilinçsizce çok yemek de babayiğitlik değildir. Bu sıfatlar yeme içmeye bakılarak verilemez.
Japon ve Çinliler ise beslenmeleri değil, genetik özellikleri dolayısıyla daha “ölçülü” insanlardır. Yalnızca son yıllarda dolaylı olarak büyüme hormonuna maruz kalan bazı Uzakdoğuluların daha “büyük” oldukları ölçülmüştür. Başka ulusların bireylerini önyargılı bir biçimde küçümsemek aptalcadır. İnsanlık meziyetleri her şeyden etkilenebilir ancak en nihayetinde bireyseldir ve bu sebeple dini, dili ve ırkı yoktur diyebiliriz.
İDDİA: İç yağının, kuyruk yağlarının, tereyağının kolestrol yaptığı palavradır. Kolestrol, kebapları yedikten sonra iki şişe soda içerek ayarlanabilecek bir gaz durumudur. Sakın bu oyuna düşmeyin.
GERÇEK: Kolesterolün etkisinin abartıldığını Prof. Dr. Ahmet Aydın gibi yazarlarımızın yazılarından öğrendiniz. Ayrıca, yine yazılarını yayınladığımız, rahmetli Biyolog Mevlüt Durmuş bu konuda bir kitap dahi yazmıştı. Ancak, kolesterolün kardiyovasküler sağlığı hiç etkilemeyen bir değer olduğunu savunmak da, mevcut verilere göre, gerçekçi görünmemektedir. Ölçülü olmakta daima fayda olduğu açıktır. Kolesterolfobik olmayın ama kolesterolünüzü de sağlıklı değerlerde tutun. Kalp ve damar sağlığınız “bir oyun” değildir. Eğer öyle algılıyorsanız da bu “oyunun” canınıza mal olabileceğini bilmelisiniz.
İDDİA: Feminizm, kadın hakları, çevre şuuru ve eşitlik adı altında Türk kızlarının akılları çelinerek, yemek yapmayı bilmeyen, bizim istikbalimiz olan yavrularını, abuk subuk yiyeceklerle yetiştirecek, damak zevki gelişmemiş, sunta kılıklı diyet bisküvilerini yiyecek sanan bir hale getirmişlerdir. Ayrıca kör olası dış mihraklar, bu kızlarımıza kebap, soğan, çiğ köfte vb. lezzetleri yiyen, bardak bardak şalgam suyu içen yiğitlerimize “hanzo, kıro” gibi sıfatlar takmayı öğretmişlerdir.
GERÇEK: Feminizm, züppelik ve hobi amacıyla yapanlardan bağımsız olarak ele alırsanız, kadın hakları mücadelesi tarihinde önemli yeri olan bir terimdir. İnsanoğlunun yüzyıllar boyunca kendi türünün dişilerine karşı yaptığı ayrımcılık, haksızlık ve baskılar birçok feministin fedakârca mücadeleleriyle azalmıştır. Bugün de feminizme ihtiyacımız vardır ve bu ihtiyaç kadın cinsine yapılan iğrenç ayrımcılık son bulana kadar da devam edecektir, etmelidir.
Kızlarımızın yemek yapmayı bilmiyor olduğu ise doğru değildir. Yemek yapmak isteyenler için imkân ve şartlar eskiye kıyasla çok daha fazladır. Ancak, eskiden olduğu gibi yemek yapmayı bilmek “mecburiyet” olmaktan çıktığı için, tembel kızla çalışkan ve sorumluluk sahibi kızlar birbirinden ayrılmaktadır. İlginçtir ki, hanzo ve kıroların çoğu bu yemek yapmayı bilmeyen tembel güzellerin peşinden koşmakta, evlenecek olduklarında ise evde kendilerine köle gibi hizmet edecek sinik birini aramaktadır.
Bir kadını bırakın bir insanın, eşiniz bile olsa, yanına leş gibi kokarak gitmek, zaruri haller dışında kabalıktır. Böyle kişilerin hanzo veya kıro olarak tanımlanması hoş değilse de sebebi meydandadır. Bir insanın işkembe, soğan yiyerek “yiğit” olduğu ise tarih boyunca görülmemiştir. Yiğitlik bu kadar ucuz olmasa gerek. Bu tip övgü ifadelerinin şaka yollu bile olsa metinlere konması, Türk erkeklerinin soğan, sarımsak yiyip bundan sonra da hiçbir önlem almadan insan içine karışmasını sevimli göstermeye yarar. Bu da bir yarar değil, zarardır.
İDDİA: Ayrıca son yıllarda moda gibi gösterilmeye çalışılan Çin mutfağı diye bir şey yoktur. Bu sözde mutfak, acayip zerzevat ile acayip mahlukatın, wok adı verilen bir tencerede yarı pişmiş yarı çiğ olarak hazırlanıp insanlara eziyet olsun diye sopalarla yenmesinden ibaret bir hokkabazlıktır. Sakın kanmayın, sakın yemeyin.
GERÇEK: Çin mutfağı ülkemizde hiçbir zaman moda olmamıştır. Japon mutfağı ise sadece ülkemizde değil, tüm dünyada kendi akımını yaratmış, denenebilecek, lezzetli ve çoğunlukla sağlıklı bir mutfaktır. Wok tarzı tavalarsa bazı amaçlar için kullanışlı olduğundan kadınlarımız tarafından takdir görmüştür, bu da çok olağan ve zararsız bir tercihtir. Sebzeleri bu tip tavalarda az pişirmek ise yine zararsız bir tercihtir.
İDDİA: Siz kebap, ciğer, kavurma, nohutlu dürüm, beyran, kuru fasulye, çorba, ayşekadın taze fasulye, kebap gibi şeyler yiyin, baklava yiyin.
GERÇEK: Katılıyorum ancak bilinçli olun. Afiyet olsun.
İDDİA: Unutmayın; su uyur, düşman uyumaz!
GERÇEK: Evet, düşmanlıklar dünya üzerinde kaldığı sürece, bu hissi taşıyanların “düşmanlarına” zarar vermek için daima yeni yollar arayacağına, fırsat kollayacağına kuşku yok. Ancak, burada ele aldığım metnin kendisi cehalet ve kötülük içermekte olduğundan, bizzat kendisi düşmandır. Cehalet, bütün milletlerin ortak düşmanıdır, böyle ipe sapa gelmez video ve söylemleri lütfen ciddiye almayın.
Sağlıkla kalın, zinde kalın.

Hocam öğrenciyken 1 sene salonda çalıştım. O zaman gerçekten ne bulursam süpürüyordum elektrik süpürgesi gibi. Okul bitti iş, askerlik derken evlendik. Evlilikte de malum hanımlar güzel yemek yapıyorsa işin rengi tamamen değişiyor. Hadi bu sefer yiyeyim aman bir kereden bir şey olmaz aman can boğazdan gelir yok efendim erkeğin kalbine giden yol boğazından geçer falan derken olduk 117 kilo ve kas mas kalmadı döndük patates çuvalına 🙂 Allah’ a şükür elime fırsat geçti de evde kullanmak üzere ayarlanabilir dambıl, uzun ve kısa bar, ayarlanabilir bench alabildim de en azından düzenli olarak evde çalışabiliyorum karşılığını da alabiliyorum. Yani işin özü ” yiyin kardeşim korkmayın yiyin değil” asıl korkulması gereken bunun olması lazım 🙂 ama anlayana işte 🙂
Çok doğru söylüyorsunuz. İnsanlara ölçüsüz yemenin, doğal bile yense, nasıl zararlı olabileceğini anlatmak önemli.
” atasözü: İt izi İLE ,At izi(ini) birbirine karıştırmak”tam bunu yapmaya çalışıyorlar.algı yaratma çalışması .her şeyi öyle çok iç içe koydularki,doğruyu ıskalamak çok kolay oldu.beslenme ile ilgili çocukluğumda yaşadığım ve bu günlere temel oluşturacak, o zamanlardaki örneği aktarayım. okul yıllarımızdı,1966 lı yıllar ve sonrası idi.köyde yaşadığımız halde (!),süt tozunu,ve tam buğday un ,u yerine ,çiğne ,çiğne eritemedğimiz ekmeklik unlar ile yapılan berbat ekmekleri yedirdiler.bizler bu (Zehirleri)kapış kapış kapmaya çalıştık.o dönemlerdeki öğretmenlerimiz ve ülke yöneticilerimiz bu durumun bilerek ve bilmeyerek tarafı olmuşlardı.”SÜR SÜR YE”sloganı ile pazarlayıp bizlere ekmeğe yağ sürdürüp yedirdiler.Çin e gidip” AÇ lıktan öldük ”diyen hepimizin mutlaka bir tanıdığı vardır.ama bu ülkede falanca önerince her şey gökten zembille inmiş oluyor.. aslında beslenme ile ilgili bilgi kirliliği olduğu bir gerçek.maalesef yeni nesillerimiz bu düşünceye yatkınlık göstererek ,farkında olmadan gelecek nesillerimize sağlıklı GEN lerimizi aktarmada eksik görev yapmış olacaklardır..hepimize sağlıklı ,doğru beslenilmiş günler dileğiyle.tabi sporsuz olmaz:)