GDO’ya kulağımızı kapatabilir miyiz?

gdo-elma

Yazan: Prof. Bekir KARAOĞLU

 

Baştan söyleyeyim: Ben de sizin gibi GDOlu tarım ürünlerine sıcak bakmıyorum.

Ama sadece bunu söylemenin yeterli olmadığının da farkındayım.

Aydın bir kişi “Şimdilik istediğim doğal gıdayı satın alabiliyorum, daha ötesini bilmek istemiyorum,” diyebilir mi?

Rahatsız olduğum başka konular daha var.

Medya operasyonları

Aklımı kurcalayan birinci konu şu:

Benim bu karşı düşüncem nereden kaynaklanıyor?

Reuters ve Associated Press gibi batılı ajansların haber ve yorumlarından.

Bilim adamlarının doğrudan görüşlerini dinlemedim. Yani, ilk elden bilgi sahibi değilim.

Ve bu beni rahatsız ediyor. Çünkü, geçmişte bu batı kaynaklı medyanın Dünya çapında gerçekleştirdiği dezenformasyon ve algı operasyonlarını hatırlıyorum. Sadece iki tanesini hatırlatmam yeterli:

Sakarin operasyonu: 1970li yıllarda şeker hastalarının kullandığı Sakarin adlı yapay tatlandırıcının kansere yolaçtığı haberi tüm dünyada şok etkisi yaptı. Bunun sonucunda tüm ülkelerde sakarinli gıda ve içeceklere yasaklar geldi. Fakat, o sırada Amerikan şirketi Searl’ın Aspartam adlı yeni bir tatlandırıcı geliştirdiği haberi herkesi memnun etti. (Yıllar sonra, sakarinin kansere yolaçmadığı bilimsel olarak kanıtlandı. Üstelik, kansere yol açtığını ilk ortaya atan araştırmanın kusurlu olduğu, o araştırmacıların sahtekarlığa varan usülsüzlükler yaptıkları belirlendi.)

Ozon tabakası harekatı: Dünya atmosferinin 20-30 km yukarısında bulunan ozon tabakası kozmik ışınların zararlı etkisinden canlıları koruyan bir perde görevi yapar. 1990lı yıllarda ozon tabakasının inceldiği ve delinmek üzere olduğu haberi geldi. Bunun sebebinin buzdolabı gibi soğutucularda kullanılan Kloro-Fluoro-Karbon (CFC) gazı olduğu açıklandı. Tüm dünyada bu gazı kullanan soğutuculara yasaklar geldi. Fakat, ne tesadüf, yine bir Amerikan şirketi duPont’un ozon tabakasına zarar vermeyen Hidro-Flüoro-Karbon (HFC) gazını geliştirdiği haberiyle konu çözülmüş oldu. Tabii bu arada pekçok ülkede şirketler battı veya eldeğiştirdi. (Yıllar sonra, ozon tabakasındaki incelmenin kaynağının CFC gazı olmadığı anlaşıldı, zira bu tabaka en yüksekte uçan uçakların ekzos gazının bile erişemiyeceği yükseklikteydi.)

Acaba diyorum, bugün de yine bir algı operasyonu ile karşı karşıya mıyız? Bu kuşkumu biraz açmak isterim: Genetik mühendisliği sadece GDOdan ibaret değil. DNA molekülünün sentezi yapılabildiği andan itibaren, insanoğlunun eline büyük imkanlar geçmiş durumda. Bunlar arasında faydalı olanlar (tıpta ilaç ve hormon üretimi, teknolojide protein vs.üretimi) olduğu gibi, zararlı olan uygulamalar da var. Bunlar arasında en tehlikelisi biyolojik silahlar.

Nitekim pekçok ülke (ABD, Rusya, Çin, İsrail, İran, vb…), Cenevre Anlaşması’na aykırı olmasına rağmen, yoğun bir şekilde biyolojik silah geliştirmekteler. Uzmanlar biyolojik silahların nükleer bombadan çok daha tehlikeli olduğu konusunda hemfikirler, çünkü bunlar fazla büyük tesisler gerektirmiyor ve nakliyesi çok kolay.

İşte bu yüzden, ben medyanın öncelikle biyolojik silahlar konusunu manşete taşımasını beklerdim, ama nedense hep GDOlu gıdalar konusu gündemde tutuluyor. Bu tercihlerinin sebebini bilmiyorum. Belki burada GDO konusunu daha iyi öğrenirsem, sorumun cevabını bulabileceğim.

Gelecek yılların kabusu

İkinci rahatsızlığım şu verilerden kaynaklanıyor:

  • 1960 yılında Dünya nüfusu 3 Milyar idi. Bugün 7 Milyar ve 2030 yılında 9 Milyar olacağı tahmin ediliyor.
  • 1960 yılında kişi başına düşen Ekilebilir Arazi miktarı 4.4 dekar idi. Bugün 2.2 dekar ve 2030 yılında 1.8 dekara düşmesi bekleniyor.

Bu gidişatın nereye varacağı apaçık belli: Eğer tedbir alınmazsa, diğer azgelişmiş ülkelerde de kitlesel açlık ve kıtlıklar kaçınılmaz olacak.

Şimdi ben, Dünyanın açlık çeken halklarına “Bu GDOlu gıdaları yeme, bunlar sana zarar verebilir,” diyebilecek miyim? Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler demiş olmuyor muyum?

Bilimsel araştırmada geri kalmak

Üçüncü rahatsızlığım şu:

Domates tohumu meselesini bilirsiniz: Yurtdışından ithal ettiğimiz ve sadece bir kere kullanılabilen domates tohumu konusunda biz niye geriyiz? Çünkü, zamanında bu konuda gerekli araştırmaları başlatmadık.

GDO ürünleri de tüm dünyada yoğun şekilde araştırılıyorsa, bizim bilim adamlarımızın da bu alanda geri kalmamaları gerekir. Yoksa, domates tohumunda olduğu gibi, yine dışa bağımlılıktan kurtulamayız.

* * *

Kısacası, GDO konusunda kafamda pekçok soru var: Batılı medyanın bize ima ettiği gibi, GDOlu tarımı reddetme lüksümüz var mı? Ekilebilir arazideki azalmayla Dünya nüfusunu nasıl doyuracağız? Ülkemiz olarak bu araştırmaların dışında kalabilir miyiz …vs?

Tüm bu soruların cevabını batılı medyada değil, doğrudan bilim adamlarının sözlerinde aramalıyım. Benim gibi düşünenler ve aydınlanmak isteyenler için, burada en yetkin bilim adamlarının görüşlerinin bir araya getirilmiş olması büyük bir şans. Bu yazıları okuduktan sonra siz ve ben, GDO konusunda daha doğru düşüneceğiz, ülkemiz ve insanlık adına daha doğru safta yer alacağız.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir