İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kuş katili hızlı trenlerimize çözüm önerileri

People in the park - Nordic walking

Kuş katili hızlı trenlerimize çözüm önerileri

Yazan: İlşad Özkan

Bir keresinde araçla Malatya’ya giderken Kayseri dolaylarında bir otobanda ufak bir serçe grubunun aniden önüme fırlaması sonucunda birkaçına çarpmıştım. Aslında kaputa ve altına doğru uçan bu küçük kuş grubunu fark etmiştim ama hızlı olduğum için ani bir hareket ya da fren yapma şansım yoktu. Malatya’ya geldiğimde aracın ön ızgarasına sıkışmış, yolda giderken tüyleri iyice dökülüp etleri ortaya çıkmış bir serçe cesediyle karşılaştım. Üzülmüştüm, canım sıkılmıştı ve kendimi de suçluyordum. Daha yavaş gidebilir miydim, en azından serçelerin baş edebileceği kadar? Daha gençtim, daha düşüncesiz ve daha aptaldım. Yüksek hızdan birkaç ceza aldığımı itiraf etmeliyim, bunu söylemek utanç verici, ama ne yazık ki bu hatayı yaptım. Sanıyorum hız limitlerine uysaydım Kayseri’deki birkaç küçük serçeyi katletmemiş olacaktım.

Büyüdükçe daha düşünceli ve sorumluluk sahibi olmakla birlikte, duygusallığımızı da biraz yitiriyor olmalıyız. Küçükken, abim ve kuzenlerimle köydeyken sapanla serçe vurmuştuk. Serçe düşmüş, fakat ölmemişti. Yaralı serçenin acı çekmesine dayanamayıp “onu kurtarmak” için kafasını “koparmaya” karar verdik. Bu zor görevi gerçekleştirmek için sulama göletinin kenarına yan yana oturduk. Sırayla, evet sırayla yaralı küçük serçenin kafasını koparmayı denedik. Mecburen sırayla denedik çünkü ilk deneyen çocuk başaramadığında bir diğeri, bir diğeri derken dördümüz de bu hedefte başarısız olduk. Serçe can çekişiyordu ve koparmak istediğimiz kafası biz çektikçe bir lastik gibi sünüyordu. Belki çocuk kollarımız kafayı koparmaya yetecek kuvveti üretemiyordu, belki de “bir canlının kafasını koparmak için” yeterince duyarsız değildik ve kendimizi bu işe tam anlamıyla veremiyorduk.

Ellerimizde biraz daha can çekişen serçe son nefesini verdiğinde çoktan hepimiz hıçkırmaya başlamıştık. Aslında gözlerimiz, serçenin kafasını koparmayı denemeye başladığımız ilk andan itibaren dolmaya başlamıştı. O tarihten sonra ben bir daha sapanla hiçbir canlıya nişan almadım, abim ve kuzenlerim için de böyledir sanırım. Biz, acı ama öğretici bir ders almıştık ve bu uğurda bir serçeyi hunharca katletmiştik. Yıllar sonra yine bu serçenin canını aldığımda canım sıkıldı, ama, bu sefer ağlamadım.

Bu noktada, biz çocukken aldığımız bu “sapan dersinin” etkili olmasına sebep olaya “yakından” tanık olmamız olabilir. Bizzat deneyimlediğimiz, gözümüzün önünde gerçekleşen hadiselerin, bizim tüm algılarımıza etkili bir şekilde hitap ettiğine ve bu sebeple daha kuvvetli deneyimler olduğuna kuşku yok. Nitekim her yıl yüzlerce cinayet haberi okuruz ancak bir cinayete tanıklık ettiğimizde bunu unutamaz, etkisinden kurtulamaz ve üzerine çokça düşünürüz. İnsan olarak, “mesafelerden” kaynaklı bir duyarsızlık geliştirdiğimize de kuşku yok.

Fakat “duyarsızlık” söz konusu olduğunda, mantaliteden de bahsetmek gerekli diye düşünüyorum. 19 veya 20 yaşlarımdayken, yani pek de küçük sayılmazken kestiğin bir koyunu hatırlıyorum. Üstelik, buna hevesle gönüllü olmuştum. Babannem adına kesilecek bu koyun, onun kurban bayramında adadığı koyundu ve kesme vekaletini de ben almıştım. Birkaç kişinin tuttuğu koyunu keskin bir bıçakla boğazlama işinden zerre kadar rahatsızlık duymamıştım. Her şeyden önce, bu koyun Allah adına kesiliyordu ve bu Allah’ın istediği bir işti. Bir diğer nokta ise bizim “et yiyen” canlılar olmamız, ayrıca “pek et yiyemeyen” fakirlerin de et yemesini bu kurbanla sağlayacağımız gerçeğiydi. Evet, sonuçta koyunu kestim ama ona saygı duydum. Bu durum, bizim birtakım inanışlarımız ve yaşamsal addettiğimiz bazı beslenme ihtiyaçlarımız için başka canlıları onlar istemediği hâlde kurban ettiğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Mantalite konusuna biraz sonra din ekseninden çok daha farklı bir açıdan bakarak tekrar değineceğim.

Bugün de mecbur kalıp bir canlıya zarar verdiğimde içimden bolca özür diliyor ve üzülüyorum. Bu, bir koyunu kurban etmekten daha farklı bir durum, bence biraz zaruret. Örneğin yattığım odaya giren bir akrebi uzaklaştırma şansım yoksa, onu öldürmem gerekiyor. Bana veya sevdiklerime zarar verme ihtimali bulunan canlılar, yaşam alanıma girip risk oluşturduğunda uzaklaştırılmalı ya da etkisi hâle getirilmeli düşüncesindeyim. Nitekim ben bir büyük beyaz köpekbalığının bölgesine girdiğimde, üstelik risk yaratmadığım hâlde, sırf “yenebilir” olduğum için canlı canlı tüketilebilirim. Yahut diğer yırtıcılar için de durum çok farklı değil. Hatta, yırtıcı olarak sınıflandırmadığımız canlılar için de “risk yarattığımıza” inanılırsa öldürülme riskimiz var. Çeşitli geyik türleri yırtıcı sayılmamasına rağmen doğrudan ya da dolaylı yollarla insanları öldürebilmektedir. Bu, doğada bulunan “yaşam alanı” hususudur ve bu kural, geçerli bir kuraldır. Bu çerçeveden baktığımızda, kendi zaruri yaşam alanlarımızda “tehdit” oluşturan çeşitli yırtıcı veya haşereleri katletmekte pek bir yanlışlık bulmuyoruz. Ancak konu ekosistemimiz içinde anlamlı görevleri olan başka canlıların yaşam alanlarına tecavüz etmek olduğunda, sırf onlar bizi öldüremiyor diye, oldukça duyarsız davranabiliyoruz.

Bunun bir sebebi, tekrar mantalite konusuna geldiğimiz yer burası, doğaya ticaret gözlükleri arkasından bakmamızdır. Fakat ticaret kısa vadeli, doğal denge ise uzun vadeli ve sürdürülmesi zorunlu bir olgu. Bu noktada bizler, “Ne alıyoruz, neyden vazgeçiyoruz,” çerçevesinden olaya yaklaşıyoruz. Nitekim bugün iktidar partisinden yöneticilere “akıl veren” isimlerden biriyle 3 yıl önce bir sohbet esnasında tanışmıştık. Konu nasıl oldu bilmem, ağaçlara gelmişti. Bu bey, ağaç meselesinin çok büyütüldüğünden dem vurmuştu, ona göre ağaç kesilmesi büyütülecek bir şey değildi çünkü yenilerini dikip 30-40 yıl gibi bir sürede istediğimiz alanı tekrar ağaçlandırabiliyorduk. Örnek olarak İstanbul’u verdi, bundan 50 sene önce hiçbir ağaç olmayan İstanbul’un çeşitli bölgelerinden bahisle, bugün buraların yemyeşil ve ormanlık olduğunu söyledi. O gün ben bu sığ konuşmayı sürdürme gereği duymamıştım çünkü ortamda bulunan ikisi müteahhit diğer dört kişi de onu çok kuvvetli biçimde desteklemişler ve gündem “çevrecilerin” ne kadar “salak” olduğuna gelmişti.

Bu beyin unuttuğu, bilmediği veya gizlemek istediği bir şey vardı: Ağaçlık alan bir “orman” değildir ve orman ekosistemi özellikleri taşımaz. Evet, ağaçlandırmak kolaydır ancak ekosistem yaratmak daha uzun yıllar ister. Çeşitli özellikleri haiz ufak lokasyonlar haricinde, ekosistem oluşturmak için 50 yıldan daha uzun sürelere ihtiyacımız vardır (yok edilen ekosistemler için değil de hasar gören ekosistemleri düzeltmek kısa sürebilir). 50 yıl bize uzun gelebilir, ancak milyon yıllık dünyamız için çok çok kısa ve yetersiz bir süredir. Ağaçların toprak altında, üstünde ve çevresinde yaratıp sürdürdüğü canlılığı sona erdirdiğinizde, tam anlamıyla tamiri en azından bir asır ister, o da tamir olasılığı bırakmışsanız, yani şanslıysanız.

Burada mantalite konusu şöyle işlemektedir: Biz doğal unsurları kaldırıp yerine “ihtiyacımız olan” yapı veya sistemler koyuyorsak, biz doğadan daha önemli olduğumuz için bu hareketimiz mazurdur. Üstelik, doğayı da istediğimiz gibi yeniden geliştirebiliriz. Bu zihniyet her iki yönden de tehlikelidir. İlk olarak, biz doğadan daha önemli değiliz, doğal şartlara tabi ve doğal dengeye muhtaç canlılarız. Biz başka bir gezegenden gelmiş, dünya dışı yaşam koşullarına göre hayatlarını sürdürebilen canlılar değiliz. Bu dünyaya aidiz ve bu dünyaya muhtacız, dolayısıyla doğal dengeyi korumak önceliğimizdir, ki bu sayede neslimiz daha sağlıklı bir şekilde devam edebilir. Aksi bir uç senaryoda, biraz bilimkurgu koksa da, doğayı gerçek anlamıyla tükettiğimizde insan nesli olarak bizim de hızla tükeneceğimize hiç kuşku yoktur.

Katil hızlı tren meselesi

kus-olduren-hizli-trenler

Hızlı tren yolunun inşası esnasında, bu güzergâhın göçmen kuşların yollarını kestiği birkaç defa ifade edildi. Belki geç ifade edildi ve inşaat başladığı için artık “yapılanlar boşa gidemez” diye güzergâh değiştirilmedi, belki de tek güzergâh buydu, ya da belki de boş verin kuşları falan, insanlar hızlı seyahat edecek dendi. Sebep ne olursa olsun sonuç olarak, hızlı trenlerimiz göçmen kuşların yollarını kesiyor ve daha beteri, onlara çarparak ölümlerine sebep oluyor. İddialara göre, göç dönemlerinde her gün yüzlerce kuş bizim hızlı trenlerimiz tarafından katlediliyor.

Kuşlar doğal dengeyi koruyan ve sürdüren canlılar. Gittikleri bölgelerdeki başka canlıları tüketerek oradaki beslenme döngüsünün sağlıklı ölçülerde kalmalarını sağlarlar ve kuşlara yem olmamaları durumunda aşırı çoğalacak başka canlıların nüfusunu kontrol altında tutarlar. Bir diğer nokta ise, bitki örtüsünün korunması ve yayılmasına sebep olurlar. Eğer kuşlar bir yeri terk ederse, orası çok kısa, öyle 50 yıl falan beklemeden birkaç yıl içerisinde tamamen değişebilir. Ekosistem tahribatı ileri boyutlara vardığında çölleşme riski gündeme gelir. Örneğin yağmur ormanı ekosistemleri muazzam yoğunlukta farklı canlılığa ev sahipliği yaparken, çöllerde yaşam çok az türe dayanır. Eğer Bolu yerine Dubai’yi tercih ediyorsanız, çölleşmenin ne olduğu hakkında hiçbir fikriniz yok demektir.

Çözüm ne olabilir

Bu konu yetkililerce ne kadar değerlendirildi hiçbir bilgim yok. Ancak, benim aklıma gelen ilk adım, şimdiden sonra derhâl hangi çözüm sağlanabilir diye olaya bakmaktır. Milyonlarca liraya yapılan tren yolları sökülemez veya 250 km hızla giden tren yavaşlatılamaz. Ancak, tren yolu güzergâhına bir ses örtüsü kurulabilir. Daha iyisi, trenlerin önüne yerleştirilecek bir ses yayıcısıyla, yalnızca kuşların duyabileceği ve onları uzaklaştıran bir ses yayılabilir. Kuşların 250 km hızla giden bir trenden kaçma şansı yoksa da, bu sesi erken alarak onun yolundan uzaklaşmaları mümkün olabilir.

Önündeki bu ses yayan aletle ileri doğru birkaç kilometre, yukarıya doğru on metre kadar ses dalgaları yayabilir. Belki böyle bir yöntem kuşlarımızı kurtarabilir.

Sonuç olarak, ben bu alanda uzman biri olmayarak akla ilk gelebilecek bir şey söyledim ama, bu konulara uzmanlar bir çözüm bulabilir. Belki de kuşların göç yollarını keserek hızlı tren yapma hatasına düşmüş tek millet biz değilizdir. Eğer öyleyse, diğerlerinin bunu nasıl çözdüğünü ve kuşları nasıl kurtardığını acilen öğrenmek şart.

Bu yazı kanunen tescillenmiştir.

Fotoğraf: Bu yazıdaki fotoğraf(lar) DepositPhotos.com veya ShutterStock.com’dan temin edilmiştir. Zinde Türkiye Sağlıklı Yaşam ve Spor Dergisi, bodytr.com

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir