Samatya – Yelken – Sevdaluk
Yazan: Konuk Yazar, Gökçe Şentürk
Çok eskilerden kalma bir meyhanede inceden dokundurur Zeki Müren, “Ben seni unutmak için sevmedim”, masaya vurulur rakı, çünkü hep uzaktadır dost, hep uzaktadır sevda. İşte bu yüzdendir ‘Derin Muhabbet’… Çok uzaklardan değil İstanbul’dan bu renk. Her gece o taş yolların renginin, yağmurla boyandığı Samatya’dan…

Ocakta samimi, sıcak, demli koyu bir çay her zaman pişer. Çay ruhun aynasıdır derler. Çay dumanı, ağızda kalan o acı tat, şekeri, kaşığı derken insan evinde hisseder kendini. Tamam kabul, çayı güzel olan her yer size bu duyguyu verebilir, ha bir de ince belli bardakta olursa…Ama bir de Samatya’da için derim ben, mekan ismi de vereyim hemen ‘Telis Cafe’.. Cafe dediğime bakmayın ‘çay evi’ orası. Samatya’nın tek çay içilen mekanı. Samatya meydana geldiğinizde, “abi burada çay içilen bi yer varmış” diye sorulduğunda gösteremeyecek insan yoktur herhalde. Yeri buldunuz! Dumanı üzerinde tüten çayları da söylediyseniz, anlatmaya başlıyorum hemen…
Hayat sizi hep bir yerlere sürükler, bazen planladığınız gibi gitmez işler, beklenmedik olaylar olur, iyi ya da kötü. İyi devam ederse bu sizi bir süre idare eder, ama işler kötü giderse, e bir de varsa içinizde hayata dair bir şeyler, kırılma noktasına hazır olun derim ben.
Özel Açı Okullarını duymuşsunuzdur. Akatlar, Bahçeköy, Sarıyer, Kemerburgaz gibi İstanbul’un güzide semtlerinde, okul öncesi eğitimden tutun da liseden spor okullarına kadar 15 yıldır eğitim ve öğretim hayatına tam gaz devam etmekteler. Üstelik Basketboldan – Eskrime kadar birçok branşda çocuklara küçük yaşta spor bilinci kazandırıyorlar. Bu bilinci ‘Yelken’ branşıyla taçlandırmak istemiş olacaklar ki 2012’nin haziran ayında ‘Yeşilyurt Spor Kulübü’nün içinden yer tahsis edip ‘Açı Yelken Okulu’nu sporseverlerle buluşturdular. Bu anlamlı proje de beraber ter döktük. Güzel bir açılış, kokteyl derken yarış hazırlıkları başladı bile. Tüm bu hummalı çalışmanın ortasında hiç beklenmedik bir kaza yaşandı. Tekneleri denizden karaya çıkardığımız çekek yerinde düşüp omzumu sakatladım. Sonra ne mi oldu? Kovuldum. Beklemiyordunuz di mi. Üniversitede ki yelken hocam Sayın Ahmet GÖNENER’e anlatırken, “Gökçe ödül almış gibi anlatıyorsun farkında mısın?” diye bir yorum getirdi. Gülüştük. Hatırladıkça da tebessüm ediyorum. Siz bir de benden kanlı canlı dinleyin bu hikayeyi, eğleneceğinize garanti veririm. Geçen günlerde bir film izledim ‘ her şeye hazırlıklı olun’ mesajı veriyordu. İyi hoş da kim yapıyor ki bunu, kim yapabilmiş. Kazalar, ölümler bir yana da, üstüne bir de ‘insan faktörü’ eklenince o zaman bir değil bin tuhaf oluyor insan. Bir dilim ekmek, masada bir tas çorba! Ah şu patronlar hiçbir zaman anlayamayacaklar işçi kesimini. Ne demiş Brütüs, reklamın iyisi kötüsü olmaz. Minnetlerimi sunarım efem.
Bir zamanların görkemli semti ve en renkli sahil beldesi: Samatya

Sahil yolunun Yenikapı’dan Bakırköy’e giden istikametinde sadece bir durak gibi kalan Samatya, Kocamustafapaşa semtinin bir bölümüdür. Sur içindedir. Batı cephesinde Yedikule, doğu cephesinde Yenikapı bulunur. 5000 yıldır birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bu da demek oluyor ki 8500 yıllık şehir olan İstanbul’un o görkemli tarihinden çok daha eskilere dayandığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Eski bir balıkçı kasabası olmasının yanı sıra, İstanbul’un en eski semtidir. Samatya’dan Sirkeciye kadar olan kısmın İstanbul olduğunu biliyor muydunuz? Sirkeci’ye gidiyoruz değil de, İstanbul’a gidiyoruz derlermiş.
1950’lilerde İstanbul’un en şirin sahil beldelerinden biri konumundaydı. Bizans ve Osmanlı zamanında görkemli günler yaşamış, bugün ise o derin tarihinden hala derin izler taşıyor. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve Türkler yıllar yılı Fatih’e bağlı ufacık bir semt olan bu Samatya’da birlikte yaşamışlardır. Bugün de dahil izlerini görmek mümkündür. Tarihe meydan okuyan yapıları günümüze kadar gelmiştir. İstanbul’da ayakta kalan en eski dini yapıları da göze çarpmaktadır bu küçük semtin. Onlardan bir tanesi Doğu Roma döneminde inşa edilen ‘Studios Manastırı’ yani ‘İmrahor Camii’sidir. Zamanında 700 kadar keşiş yaşamış bu manastırda. Devrin en büyük teoloji merkezi olan manastırda hazırlanan el yazmalarının tarihteki önemi tartışılamaz. İmrahor Camii’nin dışında Ağa Hamamı, Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Ayios Minas Kilisesi, Surp Anarad Higutyun Kilisesi, Mirza Baba Tekkesi gibi daha birçok tarihî yapılar da ardı sıra sıralanmakta.
Küçük bir balıkçı semti olan Samatya, o zamanlarda Madam Eleni’nin el emeği göz nuru kıyafetlerinin çokça konuşulduğu, Bedros Usta‘nın hazırladığı mezelerin tadına doyum olmadığı, daracık sokakları, taş evleri, güleryüzlü esnafı, nostalji kokan sokakları, sıra sıra balıkçıları ve küçücük meydanıyla adeta bir film platosu görünümde olacak ki, yapımcılarında dikkatini çekmiş. 1998 yılında başrollerini Türkan Şoray ve Şener Şen’in paylaştığı ‘İkinci Bahar’ dizisi ile tekrar gündeme geldi Samatya. Ardından yönetmenliğini Yavuz Turgul’un yaptığı başrollerini ise Şener Şen, Meltem Cumbul ve Timuçin Esen’in oynadığı, uluslararası platformda en iyi film, senaryo, müzik gibi bir çok dalda ödüle boğulan ‘Gönül Yarası filmiyle hikayeye can veren ve gerçek hayatta ise benzer aşk hikayelerinden çokça söz ettiren bir yer olarak, ruhuyla filme can katan Samatya, adından tekrar söz ettiriyor. Samatya’ya can veren Nuri Bilge Ceylan’ın çokça ödül alan filmi ‘Üç Maymun’u da unutmamak gerek. Geçtiğimiz aylarda ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ve zamanında Uma Thurman‘ın da uğradığı Samatya adı tekrar manşetlere taşındı.
Samatya

Tüm bu dizilerin-filmlerin çekildiği, eski cumbalı evlerin bulunduğu, denize beyaz donlarla giren güzel çocukların semti Samatya’nın, bir diğer tarihsel zenginliği kuşkusuz, Türkiye’nin ilk yüzme ve kürek sporu kulüplerinden biri olan Refii Deniz Spor Kulübü’nün burada yer almasıydı. O zamanlar kayık sefalarının yapıldığı yokuş aşağı bu semtte, tren istasyonu, lokantaları, balıkçıkları, Türk filmi çekilesi kenar mahalleleri ve aynı anda hem kilise çanı hem ezan sesinin duyulduğu küçük bir kesit, büyük bir dünyaydı Samatya. Bu küçük balıkçı kasabasını en cazip ve avantajlı hale getiren ise Celal Bayar’ın oğlu, Refii Bayar tarafından kurulan ‘Refii Deniz Spor Kulübü’ semti daha da zengin bir hale getirmiştir. Sonraki adı ‘Deniz Spor Kulübü’ olarak değiştirilmiştir. 1960’lı yıllarda birçok yarışmalarda başarılar kazanmış önemli kulüplerimizden biridir.
Öyle ki, ilk milli Kürekçimiz de bu kulüpten çıkmıştır. 1942’den günümüze ‘Küçük Paris’in işletmeciliğini yapan Sadi ve Süleyman Tezer kardeşler Refii Deniz Spor Kulübü’nde ki ilk yarışların en diri şahitleri konumundadırlar.
1960’lı yıllarda Samatya’da yaz ayları süresince, özellikle de akşam saatlerinde hemen hemen bütün sahil boyu ‘Kayık Sefası’ yapan çiftlerle ailelerle dolup taşarken, ‘Refii Deniz Spor Kulübü’nün de Yüzme-Kürek-Yelken sporuna hakim olup, birçok geleneksel oyunları, halkında katılımıyla karnaval havasında sunması, Samatya’yı Samatya yapan en önemli özelliklerden biriydi. Sokaklarından farklı diller yükselen Samatya 6-7 Eylül olaylarından sonra göçe yenik düşmüş, bir de önüne 22 kilometrelik sahil şeridi yapılınca iyice unutulmaya yüz tutmuştur.

Sizlerle, 1957-1960 yıllarında yarışma için gidilen “Galatasaray Adası”nda çekilmiş 2 adet resim paylaşmak istiyorum.
Amacım: Samatya, Yeniden!
Sirkeci’den Bakırköy’e kadar bu unutulmaya yüz tutmuş sahil şeridinin önemli bir kesimi bakir kalmıştır. Bu konumunu halen sürdürüyor olmasına rağmen, yoğun turizm baskısı, kıyı yapılaşması, bakir kıyılara yeni yolların açılması gibi nedenlerle kıyılarımız tehdit altındadır. Uzun zamandır üzerinde çalışıp hazırlamış olduğum projenin amacı; ‘Samatya’yı Canlandırma Projesi’ adı altında yürütülen ‘Yelken Projesi’, bir zamanlar burada açılan Türkiye’nin ilk kürek ve yüzme spor kulüplerinden biri olan ‘Refii Deniz Spor Kulübü’nden feyz alarak ‘Yelken Spor Branşı’nı Samatya’ya kazandırmaktır. 52 yıl öncesi insanlarının sahip olduğu bu duygusal bağı, coşkuyu günümüzde yakındığımız ilgisizliği, olumlu yönde etkileyecek bir örnek oluşturmalı diye düşünüyorum. Kulüpler bu hususta rehber vazifesi görürler. Dört bir yanı denizlerle çevrili olan Türkiyemizde diğer ülkelere göre ‘Denizcilik ve Yatçılık Faaliyetleri’ geri planda kalmıştır.
Betonlaşmanın hakim olduğu günümüzde, sahil yaşamının mutlak biçimde çevre halkının yanı sıra turizme de bağlı olduğu düşünüldüğünde, kıyı alanlarının gelecek kuşaklara aktarılması birçok açıdan milletimiz ve ülkemizin menfaatinedir. Sporu daha yaygın hale getirip onu yaşatmak için bilgi-birikim-eğitim-tecrübe gibi olması gerekenlerin dışında belki de en ihtiyaç duyulan, ancak yokluğundan her daim şikayetçi olduğumuz ‘CESARET’i naftalin kokulu yorganlardan çıkarma vaktinin geldiğini düşünmekteyim. Yelken ‘ekip ruhunun’ en yoğun yaşandığı spor branşlarından biridir. İşte benim ve projemin de en ihtiyaç duyduğu, ekip ruhunu oluşturabilmek başlıca hedeflerimden. Samatya’nın farklı kültürlerini barındıran o iklimi yeniden canlandırmak, Samatya’ya sahip çıkmak, semte sahip çıkmak ve bunu da, ‘Şehir Bilincini’ , ‘İstanbul’lu olmak’ fikrini oturtmak için, hiç şüphesiz ki manidar bir değeri olan bu yerde ‘Yelken’ branşıyla yapmak halkın tekrar denizle buluşmasını sağlayacaktır. ‘Tarihi Yarımada’ denen Fatih bölgesi Haliç kıyıları da dahil olmak üzere denizcilik adına, tüm halkın katılımını sağlayacak ve de devamlılığı olacak hiçbir faaliyette bulunmamaktadır. Siz hala İstanbul’un denize kıyısı olduğunu mu düşünüyor musunuz? Geçmişte denize kıyısı olan kentlerin sosyal hayatlarında önemli bir yerini kapsarmış. İnsanlar denizle her daim iç içe yaşarlarmış. Günümüzde olduğu gibi sadece ulaşım amaçlı değil. Karaköy – Sütlüce – Balat – Samatya – Moda – Maltepe’deki Süreyyapaşa plajlarında insanlar denize girer, festival havasında düzenlenen etkinliklerde ‘yağlı kazıkta bayrak kapmaca’ gibi eski oyunları devam ettirirlermiş. Allah aşkına, Süreyyapaşa plajının şimdi ve bir de sonraki haline bakar mısınız!

Artık sokaklar denizlere çıkmıyor
1958-59 yıllarında Sirkeci’den Bakırköy’e kadar olan 22 km’lik sahil şeridinin doldurulduğunu söylemiştim. Bitmedi! Bitemedi! Hala dolduruyorlar.
Yenikapı İDO İskelesinden başlayan ve Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde son bulan 60 futbol sahası büyüklüğünde bir miting alanı projesiyle insanları denizden uzaklaştırmaya devam ediyorlar. Sizde yatırım, halka hizmet yaptıklarını mı düşünüyor musunuz? Hayır efendim! Halka hizmet adı altında kandırmayalım birbirimizi. Halka gerçek anlamda hizmet etmek onların iş ve trafik stresinden biraz olsun kendilerine meşgale bulabilecekleri mekanlar oluşturmaktır, bakın spor salonu, AVM, kafe gibi yerlerden bahsetmiyorum. Gerçek anlamda doğa ile iç içe olabilecekleri tek yer olan denizi, denizlerimizi bizden çalmaktalar. Tarihî Yarımada’nın etrafında irili ufaklı yelkenli tekneler, kayık sefası yapan insanlar, su sporları yapan gençler olsa, hem bizler 7’den 77’ye denizle tekrar tanışsak, barışsak hem de yok olmaya yüz tutmuş ulusal kültürümüz, denizcilik tarihimizi tekrar canlandırsak, bir deniz kenti olan İstanbul’un yüzlerce yıllık deniz bağını tekrar kursak fena mı olur? Hafta sonu sahil kesiminde piknik yapanları görmüşsünüzdür mutlaka, neden burada oturduklarını sorduğumuzda ne yanıt aldık biliyor musunuz, “Denize yakın olmak istediklerini, tek yolunda bu olduğunu,” söylediler. Denizle ilgili herhangi bir faaliyet olsa katılır mısınız diye sorduğumuzda da aldığımız yanıt, “Hani, nerede? Yok ki…” oldu. Denizcilik kültürünü canlandırmak için yelken, kürek, su kayağı vb. her kesimden 7’den 77’ye tüm insanların katılabileceği bir kurumsal, sosyal faaliyet başlatırsanız insanlar da talep eder.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi projemizi destekler mi dersiniz?

Çıkarın aklınızdan ‘Yelken Zengin Sporudur’ lafını. Hasköy’de Beyoğlu Yelken ve Su Sporları Kulübü’nde yazın çocuklar ücretsiz yelken eğitimi alıyor. Aynı olgu Anadolu yakasındaki bazı kulüplerde orta gelirli bir vatandaşın karşılayamayacağı derecede fiyatlarla veriliyor. Bu ücretsiz verilen kurslardaki amaç sporcu yetiştirmek bile değil, denizcilik ruhunu aşılamak, kaldı ki üstüne üstlük çok başarılı sporcular da çıkartmış. Yüzme bilen bilmeyen, sudan korkan korkmayan, suyu, denizi sevmeyene bile hizmet verip özendirecek bir projeden bahsediyorum sizlere. Proje şuan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden onay bekliyor. Gelecek olan yanıtın pek de bir önemi yok aslında, karar ne olursa olsun bu sizi yolunuzdan çevirecek, yıllarca inandığınız hayallerinizden vazgeçirecek bir güç olmamalı. Siz ister bunun adına kader diyin, isterseniz umut, koşulsuz şartsız yürekten inanmanın hayatta ne kadar üstün geldiğini vurgulamak istiyorum. Unutmayın, siz inanırsanız başkaları da inanır. Bir treni, bir şehri, bir yolu sevmek o yerin evin gibi olmasıdır aynı zamanda. Sonra sahip çıkmalar ve emek gelir. Tıpkı benim yapmaya çalıştıklarım gibi. Ancak tek başına olmaz! Halk ilgi göstermeli, dernekler, belediyeler, üniversiteler bu manidar işe ortak olmalılar ki, insanın ancak birlikte anlamlı olduğunu gösterebilsinler. Yoksa yapılan işin hiçbir anlamı kalmaz.
Yazımın başında size bahsettiğim olumsuzluktan ibaret değil elbette ki bu proje, “Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.” diyen John Lennon’un bu sözü yaşananlara tercüman olmada baş sırayı alıyor benim için. Düşünün ki, 5 yaşında Bandırma’dan İstanbul Kocamustafapaşa’ya gelen bir kız çocuğu, o zamanlar söylense ‘Türkiye’nin İlk Yüzme ve Kürek Sporları Kulübü’nün burada olduğu, ne anlam ifade ederdi ki! Farkındalık denen şey sizin ilgi duyduklarınızdır. Bir de farkında olmadan içinde bulunduğunuz durum vardır. Siz farklı yollara girseniz, farklı işler yapsanız, çok uzaklara gitseniz bile yolunuzun tekrar aynı yere çıktığı, aslında tüm bu çabaların, emeklerin hep içinde bulunduğunuz, farkında olmadan tek bir yere hizmet edebilmek için çabaladığınızı fark edersiniz. Gözünüzü defalarca açıp kapadığınız bu yere bu sefer daha farklı anlamlar yükleyerek bakarsınız. Bu, çoğu insanın başına gelmiştir. Sizlere oturup da ‘Yelkeni – Sporun önemini – Projenin içeriğinden’ bahsetmedim. Bu konular hakkında Gugıl amcadan da yeteri kadar bilgi sahibi olabilirsiniz nasılsa. Biraz olsun hayatınızda olup bitenlere dikkat çekmekti amacım. Etrafınıza bakın, sorgulayın, ilgilenin, düşünün, ne olursa olsun yapmak istedikleriniz varsa şimdi bir adım atın, cesur olun, sandığınızdan daha güçlüdür inandığınız, bağ kurduğunuz şeyler. Eminim dışarıda sizi dinlemek için bekleyen bir sürü insan çıkacaktır.
BEN CESARET ETTİM, ŞİMDİ SIRA SİZ DE!
İlk yorum yapan siz olun